30 Mayıs 2011 Pazartesi

Orada Olmak Vardı...

Öyle gaza gelmiş durumdayım ki bu ara anlatamam. Tatil istiyorum... Seyahat etmek istiyorum... Yeni yerler görmek, sevdiğim yerlere yeniden gitmek istiyorum...

İnsanın yılda en az bir kez deniz ve bir kez de kar görmesi gerektiğini düşünen benim gibi çok insan vardır. Ama ben buna bir ilave daha yapmak istiyorum; en az bir kez de çocuklar gibi eğlenmeli. Ehhh bunun da en güzel yeri ORLANDO...

O kadar güzel, o kadar çok sevdiğim bir yer ki... İki kere gittim, 102 kere daha gitsem sıkılmam herhalde. Bir kere çok sakin, huzurlu ve stresin olmadığı bir yer. Evet biliyorum tatilde zaten stresin işi yok ama başka tatillere gittiğinde buradaki kadar huzurlu olamıyorsun / olamıyoruz. Olmadık bir anda trafiğe takılıyorsun ya da adamın biri sinirini hoplatıyor ya da oteldeki bir aksaklık sinirini bozuyor vs.  Burada böyle aksilikler olmuyor mu dersen oluyor ama havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez ama sen farklı oluyorsun. Sorunlara her zaman verdiğin tepkileri vermiyorsun. 

Şehir merkezinin göbeğinde bile trafik sıfır denecek kadar az. Dolayısıyla trafikte sıkışmıyor, acelesi olan sürücüler tarafından zorlanmıyor ya da sorun yaratacak bir şey karşınıza çıkmıyor. Onun dışındaki sorunlarda ise nedense bir sakinlik hali çöküyor üzerine ve umursamıyorsun. Mesela son gidişimizde kaldığımız odanın havalandırma sisteminde bir sorun vardı. Nispeten sezon dışı zamanda gittiğimiz için geceleri devreye girmesini istemedik; ancak ne yaparsak yapalım kafasına göre çalışıyor, kafasına göre duruyordu. 2 kere yapmayı denediler; onlar varken olmuş gibi yapıp gece yeniden aktive oluyordu. Biz mi ne yaptık? Hiiiçç. Odamızı değiştirmelerini bile talep etmedik. Gayet umursamaz bir tavır takındık ve pikemizi üzerimize çekip yattık.

İnsan burada eğlenceye doyuyor ve kafasında değil sorun, hiçbir şeye yer olmuyor. Tek düşünceniz acaba önce hangisinden başlasak oluyor. Universal Studios kendisiyle yarış içerisindeymiş, her yıl bir öncekini aşmak istermiş gibi her yıl yeni bir aleti devreye sokuyor. Dolayısıyla her yıl sizi bekleyen bir yenilik oluyor. Disney desen gez gez bitmiyor. Seaworld, Aquatica gibi diğer parklar da cabası. Eğlence hiç bitmiyor. Alışveriş desen hem büyük mağazaların hem de Outlet center cenneti. İnsan daha ne ister... Gitmek ister. Her yıl bıkmadan usanmadan gitmek ister. İstiyorum... Gidemediğimde ise fotoğraflarına bakıp avunuyorum. Geçen gidişimizin fotoğrafları yanımda yok. Detaylı anlatım ve fotoları daha sonraki yazılarada bulabilirsiniz. Şimdilik Aquatica Su Parkının fotoğrafları ile idare edin.
Aquatica Su Parkı


Aşağıdaki fotoğrafta uzakta görülen taş yapı ve rollercoaster Sea World Parkı'na ait. İnanılmaz zevkli bir rollercoaster; peşpeşe 2 kere bindik :)) Diğer taş yapı ise Journey to Atlantis. Yani su içerisinde bir bot ile yapılan bir yolculuk. 

Aquatica Su Parkından Seaworld'deki Kraken Rollercoaster Görüntüsü
 
Aquatica su altı tüneli
Aquatica su altı kaydırağı ve yunus eğitmeni

Aquatica su altı kaydırağı ve yunus eğitmeni
 
Aquatica su altı kaydırağı

Siz kaydıraktan kayarken bu sevimli yunuslar etrafınızda oluyor. Gerçi su ve hızdan gözleri açmak biraz zor oluyor ama olsun; dışarıdan izlemesi bile güzel.

Aquatica'daki yunuslar

Devamı gelir bu serinin ama bakalım ne zaman...

29 Mayıs 2011 Pazar

Tatilim Geldi

Biliyorum henüz tatil sezonu açılmadı ama benim feci şekilde tatilim geldi. İşin kötüsü yine bu yıla dair tatil planı yapılmamış durumda; her zamanki gibi. Amerika gibi önceden ayarlanması gereken seyahatler haricinde tatil planı yapmıyoruz; belki de becerip de yapamıyoruz; bilemiyorum...

Bugün Ankara'da feci bir yağmur ve tüm yeşillikleri beyaza boyayan bir dolu vardı. Hal böyle olunca evden çıkasımız gelmedi. Zaten evde de bir sürü iş vardı; malum geçen haftalarda pek evle ilgilenememiştim. İşleri hallettikten sonra son dönemin yeni çizgi filmlerinden olan Rio'yu izledim.


Seviyorum çizgi filmleri. Sanırım yaşım kaç olursa olsun sevmekten de vazgeçmeyeceğim. İşte onu izlerken tatili ne kadar özlediğimi fark ettim. Sanırım ölmeden önce yapacağım şeylerden birisi de karnaval zamanında Rio'ya gitmek olacak. Kesinlikle Arjantin ve Brezilya'yı içeren hatta mümkünse epey kapsamlı bir Güney Amerika turu istiyorum. Duyurulur. :))

Bu arada filmi de tavsiye ederim. Daha küçücükken kaçırılan; fakat bir kaza sonucunda küçük bir kızın bulması ile hayatta kalan, ancak bir türlü uçamayan bir mavi papağanın türünün son erkeği olması sebebiyle tek kalan dişi ile çiftleştirme çabaları ile tropik kuşları para için yakalayıp satan kötü adamlar arasında geçem gayet keyifli bir filmdi. Çizgi severlere tavsiye ederim.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Yastık Adam

Devlet tiyatrolarının sezonu kapandı. Ama ben kapanmadan önce son olarak çok merak ettiğim "Yastık Adam"ı izleme imkanı bulabildim. 


Orijinal adı "Pillowman" olan oyunun yazarı Martin Mcdonagh. Yusuf Eradam'ın çevirdiği ve İlham Yazar'ın yönettiği oyunda Tolga Tekin, Mesut Turan, Murat Çidamlı ve Emre Erçil yer alıyorlar. Yer almak oyundaki performansları açısından fazlasıyla yetersiz bir fiil oldu; zira oyunu almış götürmüşler. Son dönemde izlediğim en iyi oyunculuk performanslarından biriydi. Her biri birbirinden başarılı oyuncular yaklaşık 2 saat 15 dakika boyunca sizi çok farklı bir yere alıp götürüyorlar. 

Adı, soyadı hatta göbek adı Katurian olan yazar rolündeki Murat Çidamlı 'nın performansı inanılmazdı. Özellikle 10 dakikalık baş aşağı bir öyküsünü okuduğu sahne muhteşemdi. Ve yazarın kardeşi Michal rolündeki Emre Erçil hayranlık uyandırıcıydı. Ariel rolündeki Tolga Tekin'in ve Tupolski rolündeki Mesut Turan'ın uyunlu performansları da yabana atılamaz.

Polisiye - gerilim katergorisinin hakkını veren çok başarılı bir oyundu. Çok da olayları afişe etmeden kısaca bir tanımlama yapacak olursak oyun, korku-gerilim öyküleri yazan bir yazarın, kurguları ile gerçek hayatının birbirine karışması sonucunda birkaç cinayet için baş şüpheli haline gelmesi ve biri kötü diğeri daha kötü :) iki polis tarafından sorgulanması ve adamın çocukluk yıllarına dönüp yaşadıkları ile yüzleşmesi üzerine kurulu bir oyun.

Oyunun ismi olan Yastık Adam yazarın öykülerinden birisinin ve hatta benim en çok etkilendiğim öyküsünün ismi. Gerçi yazarın mutlu yıllarında kaleme aldığı "Küçük Yeşil Domuzcuk" hikayesi de süperdi. Etkileyici Yastık Adam'ın hikayesini gidip izleyip öğrenmeniz çok daha yerinde olur. Sonuna dair farklı düşüncelerim olsa ve hatta oyun arasında bunların olacağına dair iddialaşsam dahi olmadı. Keşke olsaydı. Kesinlikle çok daha şaşırtıcı, şok edici, dikkat çekici ve hafızalarda yer edici olacaktı. Neyse belki öyle bir hikaye ben yazarım. :))

Kesinlikle izlenesi hatta kaçırılmaması gerekirdi ama sezon kapandı. Önümüzdeki sezon muhtemelen tekrar oynar. Yakalayanlara tavsiye ederim. Daha detaylı bilgi, tanıtım videosu ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Buraya buyrunuz.

20 Mayıs 2011 Cuma

Necefli Maşrapa İle Esen Kalın


Yaşı benim yaşıma yakın olanlardan bu resmi tanıyanlarınız vardır elbet. Tanımayalara da tanıtayım; "Necefli Maşrapa" TRT'nin tek kanal olduğu dönemlerde sıklıkla gördüğümüz bir sanat eseriydi :) Tek kanal olduğundan zap yapılamaz; televizyon yayını süreli olduğundan ve her aile merakla beklediğinden başından kalkılmaz o bile izlenirdi. Yanında da şuna benzer bir yazı olurdu; "Teknik bir arıza sebebiyle yayınımıza kısa bir süre ara veriyoruz."

İşte ben de aynen böyle bir durumdayım. Üç haftadır eve gelen gidenin haddi hesabı yok. :) Tamam biraz abarttım ama her haftasonu misafir ağırlama, gezdirme modundayım. Yatılı misafirlerin biri geliyor diğeri gidiyor. Haaa şikayetim var mı? Yok. Aksine çok memnunum. Çünkü çok özlediğim üniversite arkadaşlarım bir bir geliyorlar. Çocukların erkenden yattığı bizimse sabahladığımız programlar yapılıyor. Sabahları da o erkenden yatırdığımız çocuklar hortluyor ve bize uykuyu haram ediyorlar. :) Yine tantanalı, hareketli bir gün başlıyor. Yorgun ama mutluyum. Bu nedenle de buralarda pek bulunamıyor ve sizleri "Necefli Maşrapa" ile baş başa bırakıyorum.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Mimdir Miiiim

Canımcım Şizofrenik Human'dan yeni bir mim daha gelmiş.

Mimin konusu : Blog açma hikayeniz? Buralara yolunuz nasıl düştü ve neler hissediyorsunuz? Bi anlatın bakalım..

Üniversite yıllarına kadar günlük tutardım; başımın da yanmışlığı vardır hani günlük sebebiyle ama yazmak değildi bu blogu açmadaki amacım. Esasında ben bunu ilk yazımda anlatmıştım. Okumaya üşenenlere tek cümlelik özeti; birilerinin hayatında kelebek etkisi yaratabilme ihtimali diyeyim. Hani biri bir şey arıyordur burada bulur; biri bir şey düşünüyordur burada fikri pekişir veya değişir vs.

Blogu açıp da yazmaya başladıktan sonra yazdıklarımın ileride kendim için de faydalı olacağını fark ettim. İnsanız; yaşlanıyoruz ve zaman içerisinde unutuyoruz. Belki de insan olmanın en güzel yanlarından birisi bu. Unutabilmek... Yaşanan tüm acılar aynı yoğunlukta hissedilse ömür boyu, yaşanabilir mi bu dünyada? Baktım ki unutuyorum / unutacağım zamanla gittiğim yerlerdeki hislerimi, yaptıklarımı onları da yazmaya karar verdim. İleriye yatırım. :)

Bu mudur; budur...

Ben de bu mimi NzN ve A-H'ye göndereyim.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Sönmüş Yıldızlar

Tiyatro sezonu kapanmak üzere. Devlet Tiyatroları 15 Mayıs'ta perdelerini bu yıl için kapatmaya hazırlanıyorlar. Bende son günleri değerlendirmek istedim. Tiyatrolara verdiğim 2 aylık zorunlu aranın ardından ilk gittiğim oyun Nisan ayında prömiyeri yapılan Ankara Devlet Tiyatrosu'nun yeni oyunu Sönmüş Yıldızlar oldu.


Kerim Tinçurin'in yazıp M. Raşid Zagudullin'in yönettiği oyun bir Tatar Halk Efsanesi'ni anlatıyor. Her halkın büyük bir aşk destanı vardır ya Sönmüş Yıldızlar da Tatarların efsane olmuş aşıkları Server ile İsmail'in hikayesini anlatıyor. Oyunun son sahnelerinde Server'in ninesinin bir repliği olayı çok güzel özetliyor. "Hani gerçek aşıklar hiçbir zaman buluşamazmış derler ya; işte onlarınki de gerçek aşkmış." İzlemeye başladığınız anda sonunu başından tahmin edebildiğiniz bir hikaye.

Aşk destanı olmasına rağmen buram buram aşk kokmayan, hatta romantik sahneleri pek bulunmayan; oyunun türü olarak müzikli tragedya tabiri kullanılan bir oyun. Yaklaşık 2 saat 15 dakika süren oyun, kesinlikle çok ağır bir tragedya değil. Hatta oyunun büyük kısmı için eğlenceli olduğunu bile söyleyebilirim. Özellikle yöre halkı tarafından yetiştirilen kazların satılması veya düğün ziyafetlerinde sunulması amacıyla yolunmasının ardından; doğanın bereketini kutlamak amacıyla düzenledikleri festivalde kızların ve erkeklerin flörtü denebilecek kaz kanadı oyunu çok keyifliydi. 

"Yiğit sana ne gerek"
"Anama gelin gerek"
"Yiğit sana ne gerek"
"İnce belli kız gerek"
diye başlayan ve karşılıklı atışma şeklinde devam eden, bir yandan müzikli bir yandan danslı çok hoş bir bölümdü. Sözler tam olarak aklımda kalmadı ve malesef internette de bulamadım; ancak şu kadarını söyleyebilirim kesinlikle hem sözleri, hem dansları hem de kostümleri ile sizi alıp başka diyarlara götüren bir oyundu.

Kalabalık oyuncu kadrosu ve müzisyenleri ile göz dolduran oyunda Server rolündeki Deniz Yılmaz'ın performansı, özellikle de son sahnelerde inanılmazdı. Deniz Yılmaz tipik güzel tanımlamalarına girmeyen orijinal bir güzelliğe sahip. Güzelliği ile ilk sahneden itibaren kendine hayran bıraktırdıktan sonra oyunculuğu ile de alkışları topladı. Ancak aynı şeyi İsmail rolündeki Deniz Evin için söyleyemeyeceğim. Çok sıradan ve basit performansı ile başka oynatacak adam bulamadınız mı dedirtti. Oyun ile ilgili bir başka eleştirim de acınası-kötü adam karakteri Nadir için. Server'e aşık olan ve onunla evlenmek isteyen Nadir, anlatılanlara göre hem kambur hem de suratına bile bakılamayacak çirkinlikte olması gerekirken makyaj ile çirkinleştirilmemiş; sadece vücuduna eklenen bir kambur ile geçiştirilmiş. Gayet hoş görünen (afişte de görebiliyorsunuz) Can Ali Çalışandemir "kimse benim suratıma bile bakmak istemiyorken sen bakabiliyorsun. Benim bu çirkinliğimi görmezden gelip kalbimdekilere bakabiliyorsun" dediğinde anlamsız oluyor; karakterin de inandırıcılığı kalmıyor. Keşke Nadir'i az da olsa bir makyaj ile çirkinleştirseler ve biraz Quasimodo etkisi yaratsalarmış. 

Eleştirilerime rağmen yanlış anlaşılmasın gayet izlenesi bir oyun. Sergilendiği bu son hafta fırsatınız olursa Küçük Tiyatro'da izleyebilirsiniz. Daha detaylı bilgi ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Buyrunuz.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Bahar Geldi

Bahar sanırım artık buralara da geldi. Ehhh klasik bahar sendromu da baharla beraber geldi. Herşeyi yapmak istemek ama hiçbir şey yapamamak. Çünkü yapmak istediklerim hep dışarıda ve ben iç mekanda hiçbir şey yapmak istemiyorum; buna blog yazmak da dahil. O nedenle yazmıyorum. Onun yerine ne mi yapıyorum? En sevdiğim müzikler eşliğinde Çin yemeğinin piri Quick China'nın mükemmel menüsü Kani Salad ve California Roll'dan oluşan yemeğimi yiyerek internette dolanıyorum.