31 Ocak 2011 Pazartesi

Not Alır mısınız?

"Aman tanrım nasıl güzeller" diyerek Deal Extreme sitesinden aldığım notluklarım geldi ve gelmesiyle birlikte kapışıldı :)) Zaten üç tane söylememin sebebi biri benim, diğeri bir arkadaşımın ve sonuncusu da isteyen bir şanslının olacak olmasıydı. Ama beğenenler iki olunca benimkini de verdim gitti. O kadar güzeller ki muhtemelen bunları kullanmaya kıyamazdım. İşte bahse konu güzellikler.


Şimdi yeniden söyleyeceğim. Acaba şimdi kaç tane söylesem??

27 Ocak 2011 Perşembe

Fosforlu Cevriye



2008 - 2009 sezonunda oyun sahnelenmeye başladığı andan itibaren benim de bilet bulma mücadelem başladı. Bilmem bilirmisiniz; devlet tiyatrolarının biletleri oyunun sahneleneceği günden 13 gün önce saat 10:00'da gişelerden; 10:10'da ise internetten satışa çıkar. Ben her gün saat 10:00'da internet başına bir umut bilet bulmak için dikiliyorum ve her gün aynı manzara ile karşılaşıyorum. 
Dolu Yer:365; Boş Yer: 0

Yılmadan, usanmadan bu sahne Fosforlu Cevriye'nin sahnelendiği haftalar boyunca tekrarlanıyor. Her seferinde bir umut; her seferinde bir hüsran... Resmen kapalı gişe oynuyor ve bu benim daha da meraklanmama ve hırs yapmama sebep oluyor. Bu şekilde geçen yaklaşık 7 ayın ardından nasıl olduysa satışa çıkan yeni bir günde arka sıraların ortalarına doğru yer bulabildim. Normal şartlarda çok arka sıralarda olması sebebiyle almayacağım yerlerden olmasına rağmen söz konusu Fosforlu Cevriye ve 7 aylık bir emek olunca tereddüt bile etmeden o biletleri aldım ve heyecanla o günü beklemeye başladım.

Oyun, hemen ön çaprazımda oturan adamdan yayılan inanılmaz korkunç ter kokusu ya da oyunun ilk yarısını tamamlayan ancak rahatsızlığı sebebiyle ikinci perdede rol alamayan Deniz Baytaş'ın yokluğu gibi her türlü olumsuzluğa rağmen muhteşemdi. Kalabalık kadrosu ile göz dolduran ve mükemmel oyunculuk ile büyüleyen oyun, aynı zamanda süper bir müzik ziyafeti de sunuyor. Hızlı bir tempo ile giriş yapan oyun, öyle güzel devam ediyor ki 3 saatin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile. Yer yer kahkahalar, yer yer ise iki üç damla gözyaşı eşliğinde izlenen oyun bittiğinde alkış yağmuru sebebiyle perde bir türlü kapanamıyor. Perde kapandığında ise yüzünüzde bir tebessüm ile oyundan şarkıları mırıldanarak ayrılıyorsunuz.

Tabi ki böylesi bir güzellik bir kere daha izlenilmeli; hem de en ön sıradan diye düşündüğümden tekrar araştırmaya başlıyorum. O sezon tamamlanıp da 2009 - 2010 sezonu başladığında bekleyişim devam ediyor. Ne demişler sabreden derviş muradına ermiş. Tarih 01 Aralık 2009'u gösterdiğinde ben Fosforlu Cevriye'yi en ön sırada ikinci kez izlemek üzere koltuğuma kurulmuş; heyecan ve merakla bekliyordum. Bu defa çok daha başka görüyorum, çok daha detaylı, çok daha güzel, çok daha büyülü. Bir kere daha aşık oluyorum Fosforlu Cevriye rolündeki akıl almaz başarılı Feray Darıcı'ya... Bir kere daha kahkahalardan yıkılıyorum Güllü rolündeki Kader İlhan sayesinde. Her biri ayrı başarılı onlarca  oyuncu ahenkle şarkılar söylüyor ve uyum içerisinde dans ediyorlar. Fazla söze gerek yok; kesinlikle muhteşem... Fırsatı olan herkesin izlemesini tavsiye ediyorum. Ben mi? Bu sezonda bir kez daha izlemek için yeniden bilet takibine başladım ama bir türlü denk getiremedim...

Daha detaylı bilgi, oyunun fragmanı ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Buraya buyrun.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Yeni Ayakkabılarım

Lovely Shoes sitesinden aldığım ve krem rengi ayakkabım haricinde daha çok sayıda ayakkabı beğendiğimi ve muhtemelen bir sipariş daha vereceğimi belirtmiştim. Bir müddet düşündükten ya da şöyle diyeyim kendimle mücadele ettikten sonra bir arkadaşımın da ısrarı ile daha da düşünmeye gerek olmadığına karar verip siparişi vermiştim. Benim için 2, arkadaşım için ise 1 ayakkabı siparişi vermiştik ki sonunda o sipariş elimize ulaştı.

Birbirinden farklı iki ayrı tarzda verdiğim botlarım. Birisini haftasonu kullanımı için söylemiştim ki çok beğendiğim için geldiği haftasonu ayağımdan çıkartmadım; diğerini ise işyerinde giyerim diyerek söylemiştim. İşyeri için seçtiğim bilekteki botun kalıbı biraz büyük geldi. Bu şekilde giymem durumunda bot ayak üzerinde bir çizgi halinde kırılıyor ve çok kötü görünüyor. Her ne kadar kalıp ile ayakkabı küçültmekten hoşlanmasam da sanırım yarım kalıp koydurmayı deneyeceğim. Şimdilik başka bir formül düşündüğümden o beklemede.

Tüm siparişimiz bir arada. Griler benim; siyah ise arkadaşımın


Şimdi de tek tek bakalım; işte haftasonu için söylediğim yünlü kumaştan botum


Ve ayaktaki duruşu


Sahte süetten olduğu iddia edilen ancak kadifemsi duran bilekteki botum


Ve ayaktaki duruşu


Arkadaşımın siyah botu; benim grimin aynı modeli


Bu seferki alışverişimden memnuniyet oranım % 50 :)) Giderek daha da başarılı siparişler veriyorum. Bakalım başarı yüzdemi daha ne kadar arttırabilirim. :)) 

20 Ocak 2011 Perşembe

Christian Louboutin Denince Akan Sular Durur

Christian Louboutin ayakkabısever her kadının rüyalarını süsleyecek ayakkabılar yaratan bir dahi. İşte bu dahi adamın 2011 Bahar Koleksiyonu görücüye çıktı bile.





Yeni Sezondaki Gözdem Jenny


Hemen her ayakkabısını çok beğensem de önceki sezona ait beni benden alan bir ayakkabısı var ki bahsetmeden geçemeyeceğim.

Şöyle tüm koleksiyon önüme serilse ve seçtiğim bir tanenin benim olacağı söylense bir saniye dahi tereddüt etmeden seçeceğim ayakkabı bu olurdu; Lucifer Bow. Adı da gayet manidar :)


Kesinlikle bu ayakkabıyı istiyorum. 995 $ ile fiyatı alım sınırlarımın çok üzerinde olsa da istemekten vazgeçemiyorum. Louboutin'ler, Harvey Nichols ve Beymen'lerde satılıyor ama bu modeli Türkiye'de var mı diye araştırmak dahi istemiyorum; varsa bir çılgınlık yaparım diye korkuyorum valla. Ben şimdilik sadece resimlerine bakmakla yetiniyor ve ayağımda hayal etmeye çalışıyorum. Keşke bir peri çıkıverse ya da lambadan bir cin süzülse...

Hazır istemeye başlamışken şunları da alıverirdim.

Pigalle Spikes


Nerede giyeceğimi bilemesem de Pigalili


Canınız sıkıldığında bakıp da keyfinizin yerine geleceği bir şeyler görmek isterseniz siz de yeni sezona göz atmak için resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Şöyle buyrun.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Golden Globe 2011 Modası

Esasında  hiç de böyle bir yazı yazmak aklımda olmasa da Catherine Zeta-Jones'un kıyafetinden sonra yazasım geldi. Kıyafetini beğenmekle kalmadım bayıldım. Bence bu yılın en güzel yeşili ona aitti. Ancak yapılan yorumlarda her ne kadar kıyafet beğenilse de Golden Globe için aşırı bulunmuş; sanki kraliyet balosuna gider gibi gelmiş yorumları yapılmış. Kesinlikle kraliyet balosuna da uygun düşebilecek ancak burada da sırıtmayan, hatta göz dolduran bir kıyafet bence. Tarzına çok yakışmış ve kıyafeti çok da güzel taşımış. Ya sizce?

Yeşiller içersindekiler soldan sağa sırasıyla Angelina Jolie, Elisabeth Moss, Mila Kunis ve Catherine Zeta-Jones.


Siyahlar içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Piper Perabo, Julianne Hough, Jayma Mays, Kelly Osbourne, Christina Aguilera, Olivia Wilde ve Julia Stiles. Favorim kesinlike Olivia Wilde.



Beyazlar içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Jennifer Lopez, Vanessa Williams, Hailee Steinfeld ve Milla Jovovich. Hem Jennifer Lopez hem de Milla Jovovich güzel görünüyor.


Maviler içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Mandy Moore, Tina Fey, Amy Adams ve Jennifer Love Hewitt. Favorim kesinlikle Mandy Moore.


Ten rengi içerisindekiler soldan sağa Anna Hathaway, Scarlett Johansson, Sandra Bullock, Sarah Hyland, Kelly Cuoco, Julie Bowen, Carrie Underwood ve Michelle Williams. Favorim kesinlikle Anna Hathaway. 



Kırmızılar içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Sofia Vergara, Claire Danes, January Jones ve Christina Hendricks. Favorim Claire Danes.


Pembeler içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Megan Fox, Emma Stone, Lea Michelle ve Jullianne Margulies. Favorim Megan Fox.


Sarılar içerisindekiler soldan sağa sırasıyla Keira Sedgewick, Lara Spencer, Hellen Mirren ve Tilca Swinton. Favorim kesinlikle Keira Sedgewick.


Son olarak tek renk kıyafet ile katılımın çok yüksek olduğu bu tarz organizasyonlara renkli bir elbiseyle katılma cesaretini gösteren Heidi Klum, kesinlikle çok orijinal görünüyor.

Orijinal Ürünlerin Sitesi

Bugün internette dolaşırken yeni bir alışveriş sitesi keşfettim. Her ne kadar sitenin Türkiye'ye, hatta Amerika haricinde bir ülkeye kargosu olmasa da oradaki ürünlere bakmak çok keyifliydi. Orijinallik ilk olarak sitenin ismiyle başlıyor; uncommongoods. Sitedeki ürünlerin küçük bir kısmı Türkiye'de gördüğümüz ya da alabileceğimiz ürünlerden; kalanı ise birbirinden değişik ürünlerden oluşuyor. Sitede o kadar orijinal ürün satıyor ki insan hangi birisine bakacağını şaşırıyor. Satın alamayacağınızı bilseniz de bakmak güzel. Hatta belki de daha güzel :) Çünkü ürünler epey pahalı olduğundan Türkiye'ye kargosunun olması bütçeyi epey sarsardı. Neyse lafı uzatmadan kısaca neler var, ben neler seçtim onlara bakalım.

Renkli Bir Çanta 66$


Yağmurlu Günlerde Kafayı Kaldırıp Güzel Bir Gökyüzü Görmek İsteyenlere Şemsiye 48$


Evde, İşyerinde, Yolda, Her Yerde Müzik Dinlerken Farklı Olmak İsteyenler 35$ - 40$ - 38$




Okulda Kurallara Rağmen Yüzük Takmak İsteyen Genç Kızlara Yüzük Silgi (Bizim zamanımızda yasaktı, sanırım hala yasaktır) 3'lü Paketi 15$


İşyerinde Ataç, Zımba, Bozuk Para Gibi Ivır Zıvırları Toplamak İçin 90$


Çin Yemeğinin En Güzel Anlarından Birini Sürekli Yaşamak İçin Fortune Cookie Sabunlar 20$


Bayanlara Küpe ve Kolye, Beylere veya Yine Bayanlara Kol Düğmesi 55$ - 50$ - 96$




Orijinal Olmak İsteyen Erkeklere Bach Notaları Eşliğinde Bir Kravat 35$


Yeni Doğan Küçük Mucizelere Süper Bir Set 28$


Ayakkabı Giydirmenin Mümkün Olmadığı Miniklere Süper Çözümler 26$ - 24$


Bunlar sitedeki ürünlerin sadece çok küçük bir kısmı. Kendi favorilerinizi bulmak için siteyi ziyaret edebilirsiniz. Buraya buyrunuz.

14 Ocak 2011 Cuma

Los Angeles'ta Bir Şaşkın

Her hafta mail kutuma düşen bir mail ile birlikte sinirlerim tepeme fırlıyor ve ben o siteye gidip mail listesinden çıkmak için uğraşmak yerine hızlıca; gözüm görmesin dercesine silip atıyor ve bir sonraki maile kadar da genellikle yaşadığım olayı unutuyorum. Ama olmadık yerlerde karşıma çıktığı da olmuyor değil. Çok mu gizemli oldu? O zaman biraz uzun bir yazı olabilir hazır olun.

Geçmiş yazılarımdan birinde, hani şu Las Vegas'ta izlediğim showu anlattığım yazı, kısaca Los Angeles Lakers maçına gideceğimizden ancak benim salaklığım yüzünden kaçırdığımızdan bahsetmiş ve sonrasında anlatırım demiştim; işte olay bu. Sanki biz o maça gidebilmişcesine her hafta bana maçın oynandığı, aynı zamanda Lakers'ın kendi sahası olan Staples Center'dan o haftanın programına ilişkin mail geliyor. Bu da yetmiyor her ayın başında Los Angeles Lakers'ın maç programı geliyor ve ben gelen her maille birlikte salaklığımı tekrar hatırlayıp tekrar tekrar kendime küfürler saydırıyorum. Tamam her şerde bir hayır vardır diye düşünmek istiyorum ama bir hata da sürekli hatırlatılmaz ki insana...

Üniversite yıllarımda neredeyse ligin tamamını yakından takip eder; hatta final maçlarını okuldaki vizelerimle çakışmasına aldırmaksızın kaçırmadan izlerdim. Maçlar Türkiye saatiyle sabaha karşı olduğundan son yıllarda işyerinde pestil kıvamına dönüşmemek adına izleyemez olmuştum. Ancak düşkünlüğüm hiç azalmadı. Geçen sefer Amerika'ya gidişimizde canlı izlemeyi çok istediğim halde NBA finalleri başladığından ve bulunduğumuz şehirde maç olmadığından izleyememiştik. O yüzden bu sefer olmazsa olmazlar listesindeydi.

Amerika seyahatimiz belli olduğu anda yapılacaklar listemin başında yer alanlardan birisi NBA Ligi'nden bir maçı, mümkünse Hidayet Türkoğlu ya da Mehmet Okur gibi Türk oyunculardan birisinin oynadığı takımın bir maçını canlı olarak izlemekti. NBA programını bulunduğumuz şehirler doğrultusunda incelediğimde öyle bir imkanımız olmadığı ortaya çıktı. Ancak ikinci isteğim olan bir Los Angeles Lakers maçı izleyebilecektik. Hatta Los Angeles'ta bulunduğumuz tarihlerde Laker'ın iki ayrı maçı vardı; birisi Toronto Raptors ile 5 Kasım'da diğeri ise Portland Trail Blazers ile 7 Kasım'daydı.

Büyük bir heyecanla maç biletlerinin satışa çıkmasını iki hafta boyunca bekledim. İşyerimde masamdaki takvimde işaretli olan gün geldiğinde hemen bilet satın almak için siteye girdim. İlk tercihim 7 Kasım'daki Portland maçına almaktı; ancak o maç için iyi bir yer bulamadım. Epey bir süre hangi maça alacağm konusunda tereddüt yaşadıktan sonra yerimiz daha iyi olsun diyerek 5 Kasım'daki Raptors maçına biletlerimizi aldım ve tatile ilişkin diğer evraklarımızın arasına bilete ait çıktıyı da yerleştirdim. Gel gelelim ben ilk tercihimi o kadar benimsemişim ki ona bilet aldığıma inanmışım. İnanmak neyse de zaman yaklaşırken insan bir daha kontrol etmez mi? Bu kadar mı güvenir insan kendine? Bu kadar mı güvenir insanın kocası karısına?? Güvendik vesselam.

Seyahatimizin ilk durağı olan Orlando'da geçirdiğimiz 5 gecenin ardından Los Angeles'a vardık. Akşam saatlerinde vardığımız için ilk güne ilişkin bir planımız olmasa da kalan günlerimiz dolu dolu ve her günü planlanmış vaziyette. Planımıza göre 7 Kasım günü maça gideceğiz. :)) Ya da ben öyle sanıyorum.

İlk gün Los Angeles ve civardaki beachleri gezmek üzere yola çıkıyoruz. Redondo Beach, Hermosa Beach, Long Beach, Newport Beach, Laguna Beach, Malibu Beach ve favorim olan Huntington Beach. Böyle bir cümle içerisinde bahsedildiklerine bakmayın, bunlar böyle yan yana dizili değiller. En uzak ikisinin arası yaklaşık 160 km ve şehir içerisindeki trafik düşünüldüğünde yolculuk 3,5 hatta 4 saate yakın sürüyor. Yani tüm günümüzü o beach senin bu beach benim dolaşarak ve her beach'te sörf yapanları kıskanarak izleyerek geçirdik. :)

İşte Favorimiz Huntington Beach'teki sörfçüler


İkinci günü şehir merkezini dolaşmaya ayırdık. Hollywood Yazısı - Hollywood Sign, Ünlüler Kaldırımı - Walk of Fame, Kodak ve Chinese Theatre, Beverly Hills, Rodeo Drive, Sunset Strip gibi yerleri dolaştıktan sonra akşam yemeği yemek üzere bir önceki gün gidip çok beğendiğimiz ve akşamını merak ettiğimiz Huntington Beach'e tekrar gittik. 

Hollywood Sign


Walk of Fame



Beverly Hills


Rodeo Drive


Huntington Beach'te Gün Batımında Müzik Yapan Bir Grup


Burası öylesine güzel bir yer ki insanın içinden hep orada kalmak geliyor. Bir tarafta kendi aralarında müzik yapan bir grup; diğer tarafta muhtemelen bir okul balosuna gitmek üzere buluşmuş bir grup kızlı erkekli kahkahalar atan genç; denizde sörf yapan bir sürü kişi ve iskelede onları izleyen veya fotoğraflamaya çalışan daha fazla kişi :)) iskelenin ucundaki barda yemek yiyen veya bir içki eşliğinde manzaranın keyfini çıkartanlar... Hayat burada sanki hiç bitmiyor. Akşamın 10'unda bile sörf yapan birileri var.

Akşam yemeğimizi yedikten sonra dolaşırken bir barın içerisinden bir gürültü koptu. Dönüp baktığımızda küçük bir televizyondan Los Angeles Lakers - Toronto Raptors maçının izlendiğini gördük ve ben büyük bir sevinç içerisinde hatta hoplaya zıplaya iki gün sonra bizim de orada canlı izleyeceğimizi söyledim. Geceyi noktalayıp da otele gittiğimizde günlük rutin mail kontrolümü yaparken mail kutumda Staples Center'dan gelen bir mail ile işin aslı ortaya çıktı. Mailde Kodak Theatre'daki -ki biz bunun hazırlıklarını gündüz dolaşırken görmüştük- bir etkinlik sebebiyle kapalı olacak yollar belirtilmiş ve yoğun trafik için uyarıda bulunulmuştu. Ben "ne alaka bugünkü etkinlik niye 2 gün sonrayı etkilesin" diye mal mal ekrana bakınırken sevgili kocam olayı çözdü ve ben kendimi yatakta tepinirken buldum. Esasında bar penceresinden gördüğümüz maç bizim olmamız gereken maçmış. :)) Hem de bu maç 108 - 103 Lakers galibiyeti ile sonuçlanmış.

Kalan tatilimizin her gününde defalarca kere söylendim kendime ve hala hatırladıkça Bööööhüüüü şeklinde sızlanıyorum. Hayatımda yakalayabileceğim belki de en büyük NBA izleme fırsatını kendi salaklığıma kaybettim ve her hafta gelen mailler bu salaklığımı hiç unutturmuyorlar.

6 Ocak 2011 Perşembe

Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir Şey Oldu

Karşınızdaki kişi size böyle bir şey söylediğinde merakla devam etmesini bekliyorsunuz. Yok devam etmezse ne? ne oldu? diye sormanıza sebep olan bir cümle. Oysa bu öylesine bir cümle değil; son gittiğim tiyatro oyununun adı. :) 



Bu sezonun yeni oyunlarından birisi olan "Dün Gece Yolda Giderken Çok Komik Bir Şey Oldu" yaklaşık 2 saat 10 dakika süren 2 perdelik bir komedi müzikal. Haldun Dormen'in çevirisi ile karşımıza çıkan müzikal inanılmaz bir orkestra eşliğinde sergileniyor. Bir iki şarkıda orkestra oyuncunun sesini bastıracak yükseklikte olsa da genel olarak çok başarılıydı. Müzikaldeki şarkılara gelirsek operete benzer bir iki şarkı haricindeki şarkılar da iyiydi.

Oyun eski Roma İmparatorluğu'nda geçiyor. Açılış şarkısında da dedikleri gibi biraz erotik, biraz trajedik, biraz komik bir oyun.  İki köle sahibi zengin bir ailenin biricik oğullarının o dönemdeki en meşhur randevuevine gelen ve ünlü bir kaptana satılan bakire bir kıza aşık olmasıyla onları bir araya getirme karşılığında özgürlüğünü satın alacak olan kölenin bu uğurda yaptığı düzenbazlıklar üzerine kurulu bir oyun. Yer yer yıllar öncesinde izlediğim ve hayran olduğum Moliére'in meşhur oyunu "Scapin'in Dolapları"nı anımsatan bu sezonda izlediğim en keyifli oyundu.

Oyundaki karakterlerin her biri ayrı bir güzellik katmış oyuna. Göz dolduran bir oyunculuk mevcut hemen her karakterde. Ancak özellikle esas kölemiz Levent Çelmen ile sahiplerini mutlu etmek için çırpınan ikinci köle Ahmet Bacınoğlu'nun performansları inanılmazdı. Hele ki Levent Çelmen'in Quasimodo benzeri bir büyücü tiplemesi takdire şayandı.

Oyun hakkında daha detaylı bilgi almak, kısa tanıtım videosunu izlemek ve oyundan resimlere bakmak için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Oyunun resmi sitesi için buraya buyrun.