28 Aralık 2011 Çarşamba

Barış


İzleme imkanı bulduğum son oyun Devlet Tiyatroları'nın bu sezonda sergilemeye başladıkları ve yaklaşık 2 saat süren "Barış". Kalabalık oyuncu kadrosu ile göz dolduran oyun 13 yaş altı seyirciler için sakıncalıdır ibaresi ile merakta bırakıyor. Böyle bir merak içerisinde gittiğimiz oyundan çok farklı düşüncelerle ayrıldık. 

2400 yıl önce Aristophanes tarafından yazılan ve günümüze uyarlanan bu oyunu öncelikle sevip sevmeme konusunda kararsızım. Bunu bir tiyatro oyunu olarak görürsem hayır sevmedim; çünkü oyundan çok her şeye benziyordu. Biraz lise müsameresi, biraz "Çok Güzel Hareketler Bunlar" biraz da "Komedi Dükkanı" tadında bir oyun. Ama kesinlikle tiyatro ile uzaktan yakından alakası yok. Bunu baştan kabul ettiğimde ise sevmesem bile keyif aldığım; bitiminde bir tebessümle ayrıldığım bir oyun olarak niteleyebilirim.

Çokça dokundurma, giydirme, hiciv, yerli yersiz atasözü kullanımları bulunan oyunda ana konu bir kuyuya hapsedilen Barış Tanrıça'yı kurtarıp dünyadaki barışı yeniden sağlamak. Ana konudan bağımsız gelişen diğer olaylar birbirinden kopuk olarak ilerliyor ve neticede ana konu da toparlanmadan öylece bitiyor oyun. Sonuç ne oldu derseniz o bile meçhul. Hele hele Barış Tanrıça diye ilk perde boyunca merakla beklediğimiz şey büyük bir hüsran oldu. Amaç neydi, neye dokunduruyorlardı o bile anlaşılamadı.

Konuyu, sonucu bir kenara bırakırsak eğlenceli bir oyun. Hatta o kadar ki bir ara tam olarak ne olduğunu göremedik, kaçırdık ama oyuncular arasında bir şey oldu ve koptular. Yaklaşık 1,5-2 dakika boyunca tüm oyuncular kahkahaya boğuldu ve toparlanamadılar. Bir iki defa konuşmaya yeltenenler ya da "ya tamam dur falan" olanlar çıktı ama nafile...  

"İzlediğime pişman mıyım?" derseniz yok değilim ama tavsiye eder miyim onu da bilmiyorum. İzleyeceğinizin bir tiyatro oyunu olmayacağını aklınızda bulundurmak kaydıyla ilk perdede çok fazla olmasa da ikinci perdede keyifli zaman geçirmek için izleyebilirsiniz. Detyalı bilgi için buraya buyrunuz.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Huzurun Diğer Adı Lake Tahoe

 İkinci Amerika seyahatimizi planlarken mutlaka uğramam tavsiye edilen yerlerden birisi Tahoe Gölü'ydü. Ünlü yazarların gidip inzivaya çekildikleri ve romanlarını yazdıkları yerlerden birisi. Bu gölü görmek için California ile Nevada eyaletinin sınırında yer alan adıyla uyumlu "Stateline"a gittik. Bir tarafı saf huzur olan kasaba kıvamındaki şehrin ortasından eyalet sınırı geçiyor ve Nevada Eyaleti'nin başladığı diğer yanda ise iki kocaman otel ve casinoları ile kumar cennetine adım atmış oluyorsunuz. Biz de hem huzurun hem de casinoların tadını çıkarttık. Çok başarılı olmasa da sizi çektiğimiz fotoğralarla başbaşa bırakayım.

Tahoe Gölü Yolu


Tahoe Gölü Yolu

Tahoe Gölü - Stateline

Tahoe Gölü - Stateline

Tahoe Gölü - Stateline
Kaldığımız otel Harveys; karşısında da aynı grubun diğer oteli Harrahs var. Gayet memnun kaldık otelimizden; odaları çok güzeldi. Casinosu  da Las Vegas'takilere kıyasla küçük olsa da yeterliydi. Akşam yemeğimizi otelin altındaki Hard Rock Cafe'de yedik. Buranın buffalo wings'ine bayılırım. Hele ki heavy metal sosluysa. Bir zamanlar Ankara'da vardı ve kapandığında çok üzülmüştüm.


Tahoe Gölü - Hard Rock Cafe
Stateline'ın arkasında yer alan dağlar aynı zamanda kayak merkezi olduğundan her kayak merkezinde olduğu gibi burada da kar için dua ediliyor..
 
Tahoe Gölü - Hard Rock Cafe


11 Aralık 2011 Pazar

Çam Ağacım

Camdan çam ağacım
Yeni yıl yaklaşıyor. Ben ve minik çam ağacım yeni yıla hazırız. Tamamen camdan yapılma bu küçük mükemmellik geçen yıl gittiğimiz Tahoe Gölü'nden alınma. Hediyelik eşya dükkanında gördüğüm anda vurulup hemen aldım ve kırılmasın diye bin kat baloncuğa sarıp getirdim. Hatta iki tane vardı diğerini de en yakın arkadaşlarımdan birisine hediye ettim. Ahhh nasıl da güzel bir yerdi orası. Bir başka yazıda orayı da anlatırım.

Bu da Iphone'un uygulamalarından birisiyle çizgi film görüntüsüyle çekilmiş hali..
Camdan çam ağacım

9 Aralık 2011 Cuma

Bu ne bu??

Allahım bu kadınsa ben neyim? diye sormama sebep olan bu varlığın daha henüz 11 ay önce doğum yaptığına inanabiliyor musunuz?

Görsel Industrie Magazine'den alınmıştır.

8 Aralık 2011 Perşembe

Elma Hırsızları



Geçen haftalarda izleme imkanı bulduğum son oyun "Elma Hırsızları" oldu. Faruk Erem'in "Bir Ceza Avukatının Anıları" isimli kitabından uyarlanan oyun 2 perde ve yaklaşık 2 saat sürüyor. Ahmet Türkoğlu'nun anlatımı ve her biri birbirinden başarılı erkek oyuncuların yer aldığı oyun gayet güzel. Seyirciye hitap ederek başladığından ötürü sinir olmuştum ama sonrasında bir kez daha aynı hataya düşmediklerinden dolayı bu konuyu es geçiyorum.

Oyunda anlatılan davaların her birinin yaşanmış olaylar oluşu zaten yeterince etkileyici. İnsanın özellikle bazılarına inanası gelmiyor. Ayrıca tüm bunların çok başarılı bir oyunculuk ile sahnelenmesi oyunun en büyük artısı.

Esasında çok klasik olacağını düşündüğümden gitmek istemediğim bir oyundu ama ben gerçekten beğendim ve izlemeyi düşünenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Oyun hakkında daha detaylı bilgi almak ve fotoğraflarına bakmak için devlet tiyatrolarının resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu tarafa buyrunuz..

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kararsızsanız

İki seçenek arasında kararsız kaldığınız anda yazı tura atın...


Bu işlem, sizin adınıza karar verdiği için değil; paranın havada olduğu o kısacık anda neyin gelmesini umut ettiğinizi fark ettiğiniz için her zaman işe yarar...

1 Aralık 2011 Perşembe

Bir Şehnaz Oyun


Turneye gelen oyunları kaçırmamaya çalışırım. 1 haftalık geldiklerinden izlemek için tek şanşımız olduğundan genelde ne yapar ne eder alırım. Bu sezonki ilk turne oyunumuz Adana Devlet Tiyatrosu'nun "Bir Şehnaz Oyun" isimli oyunuydu. İlk gecesinde izleme imkanı bulduğumuz oyun, Turgut Özakman'ın yazıp Fırat Demirağ'ın yönettiği yaklaşık 2 saatlik ve 2 perdelik bir oyun.

1914 yılının İstanbul'unda hatta Galata'sında 1. Dünya Savaşı'nın eşiğinde savaşla alakası olmayan bir eğlence ve cümbüş dünyasında geçiyor. Biraz müzikal, biraz komedi..

Oyun başlarken "Efendim bu akşam size şunu oynayacağız" filan fistan diye başlayan oyunlardan haz etmiyorum. Daha önce de bahsetmiştim oyunun sadece bir oyun olduğunu devamlı seyircinin gözüne sokarsanız o oyun başarılı olmaz, olamaz. İşte malesef bu öyle başlayan bir oyun. Gerçekten çok etkileyici bir sese sahip, arada söylediği solo parça ile sizi sizden alan Boğaçhan Sözmen'in anlatımı ile başlıyor ve onun oyunu keserek sürekli araya giren anlatımlarıyla da devam ediyor. Yani sizin anlayacağınız az biraz bile kendinizi oyuna kaptırmanıza izin verilmiyor. Oyun şöyle bir akıp gidemiyor.

Ehhh hal böyle olunca da İt Hurşit rolündeki Gökhan Doğan, Galata Zaptiye Amiri Recep Efendi rolündeki Hakan Elmasoğlu ve oyun boyunca ismini anlayamadığımız Mazlum Taşkıran'ın oyunculukları heba oldu gitti. Bir de her ne kadar konusu kötü de olsa Ankara'nın sesi güzel oyuncularına alışınca Derya Keyf'i ayrı tutarak söylüyorum şarkı söylemeye çalışan Adana'nın oyuncularının birçoğunu beğenemedik. Hele ki Sumru ve Kumru rollerindeki oyuncuları dinlemek resmen eziyetti.

Zaten 1 hafta için buradaydı ama Adana'da olup da gitmeyi düşünenleri daha detaylı bilgi ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesine alalım.

29 Kasım 2011 Salı

Elbisenin En Güzel Hali

Ya şu küçük cücenin şirinliğine bakar mısınız? Bayılıyorum Harper Beckham'ın bu oyuncak bebek haline.


Ben öyle ufacık bebeklere bakıp da "ayyy aynı annesi", "hık demiş babasıın burnundan düşmüş" falan yapamam. El kadar çocukları kimselere benzetemem normalde; ama Harper Beckham kesinlikle annesinin küçük bir kopyası. Oğulları ne kadar babalarına benziyorsa bu ufaklık da o kadar annesine benziyor.


Veee bayılıyorum bu küçük cücelerin kendilerinden küçük elbiselerine. Kız bebekler elbise içerisinde kesinlikle muhteşem görünüyorlar. Hele ki bidik külotlu çorapları ile...

27 Kasım 2011 Pazar

Red Riding Hood

Red Riding Hood
Red Riding Hood, yeni nesil bir masal uyarlaması. Gayet de başarılı bir uyarlama olmuş. Kırmızı Başlıklı Kız olarak bildiğimiz bu masalın uyarlamasını  ben kesinlikle çok beğendim. Catherine Hardwicke gerçekten de iyi bir yönetmen. Her ne kadar bir çok hatası bulunsa da Twilight fenomeninin başlangıcına imza atan ve inanılmaz bir şöhret kazanan yönetmenin ilk yönetmenlik deneyimi olan Thirteen'i izlemiştim daha öncesinde. Genel olarak başrolleri alışkın olduğu, tanıdığı isimlere verip diğer roller için tanınmayan kişilerle çalışmayı tercih ettiğini düşünüyorum. Twilight'tan tanıdığımız Nikki Reed ile Evan Rachel Wood 13'te, yine Twilight'tan tanıdığımız Billy Burke ile Amanda Seyfried ve Gary Oldman ise bu filmde başrollerdeler. Diğer karakterleri ise inanın pek bir yerden tanımıyorum ama söylemeden geçemeyeceğim Henry ile Peter rollerindeki oyuncular da başarılı bir iş çıkartmışlar.

Özellikle müzik seçimleri ile gerçekten etkileyici olan bu filmi fırsat bulursanız tavsiye ederim. Küçük bir kuble ile filmin neye benzediğini fragmanını izleyerek görebilirsiniz.

22 Kasım 2011 Salı

Paşabahçe Kolonya Serisi

Paşabahçe Kolonyası
Bu aralar bu kolonyaya takmış durumdayım. Hayır öyle çok kolonya fanatiği falan da değilimdir. Hatta bırakın fanatikliği hiç kullanmam bile diyebiliriz. Yemek sonrası ya da misafirlikte ikram edilen kolonyaları Eyüp Sabri Tuncer ve Selin değilse almaya tenezzül dahi etmem; çünkü genellikle nefret ederim. Tütün kolonyası ya da beyaz zambak kolonyası ise bırakın kendim kullanmayı yanımdakinin sürmesinden tiksinirim. Oldu mu limon kolonyası olacak hadi bilemedin Rebul Lavanta diye çok kesin yargıları olan beni alt üst etti bu seri.

Seride İncir, Misket Limonu, Greyfurt, Portakal, Mandalina, Tütün, Çay, Deniz, Gül, İğde, Ihlamur, Leylak ve Lavanta olmak üzere 12 çeşit bulunuyor. Misket Limon'u ve Greyfurt'u çok güzel olmakla beraber ben Mandalina'sına bayılıyorum. Bildiğiniz mandalina kokusu. Hani kabuğunu soyduğunuzda elinizde bir koku kalır ya aynen o koku. Bir de kalıcı ki inanmazsınız. 1-2 saat rahatlıkla elinizde kalıyor. İlk sefer elinizi yıkadığınızda ise çıkmak bir yana güçlenerek geliyor. :) Ciddiyim. Şimdilerde hem evde hem de işyerimde bulunduruyorum. Diğer çeşitleri de çok öneriliyor. Eminim sizin beğendiğiniz de bir tane çıkacaktır. Bence bir dahaki sefere alışverişe çıktığınızda Paşabahçe'ye uğrayıp sırasıyla hepsini koklayın ve kendi favorinizi bulun. Benim aklımda Ihlamur ve Çay kaldı. Bir dahaki gidişimde onları mutlaka yeniden deneyeceğim.

20 Kasım 2011 Pazar

Figaro

Geçen hafta izleme imkanı bulduğum Figaro, bu sezon sahneye konulan oyunlardan birisi. Fransız Devrimi sonrasında Napoli'de geçen 2 perdelik oyun yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Oyun esas olarak biraz berber, biraz operet, çokça dalavereci ve oyunbaz Figaro'nun etrafında gelişiyor.

Malesef oyun, gerçekten başarılı oyuncuların nasıl basit, sıradan ve bayıcı bir senaryonun kurbanı olabileceklerinin net bir örneği. Öncelikle müzikler çok hoş olmasına rağmen şarkılı anlatıma çok sıklıkla başvurmaları kulak tırmalıyor. Sönmüş Yıldızlar'daki başarılı performansı ile kendine hayran bırakan Deniz Yılmaz'ın o değişik renkteki sesi bile bu sahneleri kurtarmaya yeterli olmuyor. Normal konuşmanın cımbızla çekildiği oyunda senaryoya eklenecek bir kaç fazladan espri oyunu çok daha eğlenceli ve izlenebilir kılarmış. Özellikle Şivan Binici veya Aylin Atilla Konak ya da Aylin Levent seyirciyi tek bir mimik ile güldürebilirken gerçekten yazık olmuş. Hani malzeme olmaz, bu oyuncularla elden gelen bu kadar derler anlarım ama bu ekiple bu iş gerçekten oyunculara büyük bir haksızlık.

Çok bayıcı, bunaltıcı bir oyun değil yine de; hatta bazı yerlerde gülersiniz bile ama tiyatronun daimi izleyicilerinden değilseniz ve seçip izleyecekseniz çok daha güzel oyunlar var sahnelenen. Yine de fazladan birkaç saatiniz varsa ve bunu da göreyim derseniz gidebilirsiniz. Daha fazla bilgi ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesine buyrunuz.

17 Kasım 2011 Perşembe

Tatil Serisi-5: YOL ÜSTÜNDEKİ GÜZELLİKLER

Tatil sırasında durup da manzaraya şöyle bir baktığınız ya da üzerinizde mayo/bikini varsa durup denizin tadını çıkarttıktan sonra yola devam ettiğiniz yerler vardır ya işte tatil serisinin son yazısı bunlara dair.

Antalya ile Kaş arasında bir Kaputaş Plajı vardır ki böylesi bir güzellik pek bir yerde yoktur. Malesef bir türlü burada denize giremedik. Kısmet belki bir gün.

Kaputaş Plajı

Kaputaş Plajı
Kaputaş Plajı'nın hemen yakınlarında Mavi Mağara vardır. Karadan ulaşımı yok; ancak böyle uzaktan bakabiliyorsunuz.


Mavi Mağara
Patara Plajı her daim çok güzeldir ama yolculuğunuz sırasında gün batımını izlemek için durabilir ve denizin tadını çıkartabilirsiniz.


Patara
Bir de Marmaris yakınlarında Hisarönü var. İnanılmaz güzel bir gün batımı manzarası var.


Marmaris - Hisarönü

Marmaris - Hisarönü
Her yerde mi güneş böyle güzel batar?

14 Kasım 2011 Pazartesi

Friend With Benefits


Friends with Benefits
 Haftasonunda çok keyif alarak izlediğim bir filmdi "Friends with Benefits" Esasında çok klasik, sonu başından belli, merak uyandırıcı bir unsur barındırmayan bir romantik komedi. Bu konuda son dönemde çokça film yapıldı; ama güzel işlenmiş olması, başarılı oyunculuk performansı ve ikilinin birbiri ile uyumunun yerinde olması filmimizi diğerlerinden ayıran bir husus olmuş.

Justin Timberlake öyle inanılmaz bir aktör falan değil ama Mila Kunis son dönemin yükselen yıldızlarından bence. Black Swan'daki Lily rolündeki inanılmaz performansının ardından bu filmde de başarılı bir iş çıkartmış. İleride diğer filmlerini de takip ederim. Justin Timberlake ile Mila Kunis'in ise kesinlikle kimyası tutmuş. Mümkünse başka filmler de yapsınlar, izleyelim.

Yıl başından bu yana bakarsanız aynı konu üzerine kurulu bundan hariç iki film daha izledik. Anne Hataway ile Jake Gyllenhaal'den "Love and Other Drugs" ve Natalie Portman ile Ashton Kutcher'in "No Strings Attached". Hepsinin olayı aynı. Bir şekilde ilişkilerden başı yanan iki arkadaş duygusal anlamda bağlanmadan seks ihtiyaçlarını birlikte karşılayıp hayatlarını daha eğlenceli kılmaya çalışıyorlar. Sonuçta bu tarz bir ilişki ne kadar başarılı olabilirse o kadar oluyor. 

Aynı konuyu işleyen bu üç filmden benim tercihim kesinlikle Friends with Benefits. Öncelikle çok keyifli ve eğlenceli. Evet filmin bir bölümünde cinsellik ön planda ama diğer filmlerde olduğu gibi insanın gözüne sokulan cinsten rahatsız edici bir cinsellik değil. En basitinden gençlik/çocuk filmlerinde bile görmeye alıştığımız bir meme görüntüsü bu filmde mevcut değil. Şöyle söyleyeyim cinsellik var, hatta espirilerle ve konuşmalarla destekleniyor ama görsel rahatsız edicilik yok. Ayrıca diğer ikisinin aksine bu filmde konu başarılı yan karakterlerle desteklenmiş. Diğer iki filmde başroller haricinde akılda kalan başka bir karakter olmazken bu filmde baba rolündeki Richard Jenkins, abla rolündeki Jenna Elfman, azgın anne rolündeki Patricia Clarkson ve gay spor editörü Woody Clarkson ayrı ayrı akılda kalıcı, güzel karakterler olmuş. Son olarak replikler çok daha eğlenceli...

Kısacası arşivimde bulunacak; sıkıldığımda tercihlerim arasında bulunacak ve dönüp dönüp izlemekten keyif alacağım bir film. Şimdi baktım da IMDB'nin de tercihi benim gibi. "No Strings Attached" 6.2 puan alırken "Love and Other Drugs" 6.6 puan; Friends with Benefits ise 6.7 puan almış.

11 Kasım 2011 Cuma

Zoya 2011 Kış Koleksiyonu

İşte huzurlarınızda budur dediğim tek koleksiyon..

zoya winter 2011 collection
15 Kasım'da satışa çıkacak olan bu koleksiyona bayıldım. Normal şartlarda genellikle 6 parçalık koleksiyonlarda 1-2; 12 parçalık koleksiyonlarda ise en fazla 5 ojeyi beğenen ben bu koleksiyonun tamamını çok beğendim ve her birini ayrı ayrı istiyorum. En iyisi önümüzdeki haftadan itibaren ebay'de bakınayım. İlk kez tüm koleksiyonu alabilirim...

9 Kasım 2011 Çarşamba

Tatil Serisi-4: BODRUM

Datça'daki 3 günün ardından son durağımız Bodrum'a geçtik. Yollarda çok fazla çalışma olduğu söylendiğinden feribotla geçtik; çok da keyifli oldu.

Datça - Bodrum Feribotu
Feribotta gökkuşağı yakalama çabaları :))



Feribottan Bodrum Kalesi..

Bodrum Kalesi
Bodrum'u Bodrum yapan detaylardan birisi..

Bodrum - Begonvil
Bodrum'da yazlığımız olduğundan her yıl mutlaka gidiyoruz. Yazlığımızın bulunduğu site...

Bodrum
Denizden sitemizin görüntüsü..

Bodrum
Bodrum'un bir çok yerinde kumsal bulunmadığından deniz kenarı betondan yapılma bir platform. Deniz durgunken mükemmeldir; peki ya çıldırmışken...

Bodrum
Bodrum
Bodrum
Bodrum
Bodrum
Birçoklarının aksine Bodrum benim için eğlence demek değil. Bodrum benim için farklı bir tatil anlayışını bünyesinde barındırıyor. Daha fazla aile, daha fazla babamın gençliğine dair hikayeler dinlemek, daha fazla onları mutlu etmek, daha fazla onlarla mutlu olmak demek.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Orkestra

Orkestra

Geçen hafta izleme imkanı bulduğum muazzam bir oyun Orkestra. Konusundan dolayı bir çok kişinin şüpheyle yaklaşmasına sebep olsa da bu sezon kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun. Dekoru, sahne düzeni, makyajı, kostümleri ve müzikleri ile ayrı ayrı kocaman alkışları hak eden ve muhteşem tanımlamalarına bire bir uyan bir sanat eseri. 2002 yılında izlediğim Getto oyunundan sonra bir başka yahudi soykırımını anlatan oyunu sevemeyeceğimi düşünürdüm; yanılmışım. Bu da en az Getto kadar; hatta belki de ondan daha güzeldi.

Arthur Miller'in yazıp Ayşe Emel Mesci'nin yönettiği, selam sırasında sahneye sığamayan bir oyuncu kadrosunu bünyesinde barındıran oyun  tam olarak 2 saat 40 dakika sürüyor. Bu kadar uzun olmasına rağmen asla baymayan, çok uzatmışlar dedirtmeyen bir oyun. İnsanı kesinlikle derinden etkileyen ve şu anda tüm dünyaya insanlık dersi veren Almanların esasında neler yaptıklarını, nereden geldiklerini bir kez daha gözler önüne seren bir oyun.

Olaylar Nazi toplama kamplarından birisinde geçiyor. Sıradan bir tanesi değil bu kamp; Auschwitz-Birkenau.. Kadınlar orkestrasına sahip olan tek kamp. Avrupa'nın farklı köşelerinden gelen ve müzik yapma kabiliyeti bulunan yahudi, yarı yahudi, direniş harekatına katılmış olanların gaz odalarına gitmekten kurtularak bu orkestrada kendilerine yer bulabildikleri bir kamp. Amaç gardiyanlara güzel bir müzik ziyafeti vermek ve gaz odalarına gidenleri son yolculuklarına müzik ile uğurlamak. Ama hataya yer yok. Bunun için de devamlı olarak prova yapmalılar. Orkestra güzel çalmaya devam ettiği sürece gaz odaları onlara uzak olacak.

Diğer tüm oyunlardan farklı olacağı fuayeden belli oluyor. 20:00'de başlaması gereken oyun 19:45'te fuayede başlıyor ve sizinle birlikte salona doğru ilerliyor. Havalandırma diye adlandırılan perde arasına çıktığınızda fuayede devam ediyor ve 2. perdenin ardından son sahneyi yine fuayede tamamlıyor. Amaç kendinizi seyirci olarak değil; toplama kampına getirilen yahudilerden birisi olarak görmeniz. Ve bu hedefi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmış ve fazlasıyla başarmışlar.
Öylesine etkileyici ki bulunduğunuz ortam, bazen hakikaten kendinizi onlardan birisi zannediyorsunuz. Fuaye ve sahne arasındaki geçişler çok başarılı. Düdükler, bağırışlar ve köpek havlamaları eşliğinde yerinize oturuyorsunuz. Evet iki tane kocaman kurt köpeği de oyuncular arasında mevcut ve görevlerini yerine getiriyorlar. Sahne düzeni oyuna en uygun olacak şekilde tasarlanmış. Her iki yanınızdan devam eden sahne içerisinde yer alıp izlediğinizden çoğunlukla kendinizi oyunun ortasında buluyorsunuz. Katmerli sahne düzeni de çok iyi dizayn edilmiş. Bu da yetmemiş normalde mavi olan tiyatro koltukları ortama uygun olarak siyah örtüler ile kapatılmış. 

Oyun, ortamla birlikte sanki yeterince etkileyici değilmiş gibi bir de yer yer sahnenin en arkasında bulunan sinevizyon gösterileri ile desteklenmiş. O döneme ait en yalın, en katıksız, en acımasız haliyle gösterilen görüntüler yürekleri sızlatan cinsten. Ne kadar büyük bir insanlık dramı olduğu bir kere daha vurgulanıyor.

Ayrıca oyunculuk performansları da birbirinden başarılı. Zeynep Hürol'un başarısını tartışmaya bile gerek yok ama bir de unutulmsması gereken Miraç Eronat var ki muhteşem. Bir insan rolüne bu kadar mı yakışır? Mimikler, tavırlar, davranışlar kesinlikle süper. Eskiden nazi subayı mıydın demek istiyorum kendisine?

Zaman zaman korku öğeleriyle, zaman zaman görselliğiyle sizi içine alan oyun başta da söylediğim gibi muazzam. Gidin ve mutlaka görün. Kaçırırsanız üzülürsünüz. Daha fazla bilgi almak, oyunun fotoğraflarına bakmak için devlet tiyatrolarının sitesine buyrunuz.

31 Ekim 2011 Pazartesi

Rakı Kadehinde Balık Olsam



Paşabahçe Mağazaları'nda satılan imzalı ürünlerin bu seferki konuğu Behiç Ak. İstanbul Serisi olarak satışa çıkan 7 parçalık koleksiyonda yer alan bu rakı bardaklarına bayıldım ve hemen aldım. Rakı Kadehindeki balık olamıyorsak bari balığı tutalım değil mi ama :)) 

Bir de kullanım ihtimalimiz daha düşük olduğu için alıp almamakta kararsız kaldığım viski bardakları vardı. Ama onları da çok beğendiğimden almaya karar verdim. Viski içmiyoruz ama pekala votka için kullanabiliriz. 



Ben de hemen istiyorum diyenler Paşabahçe'nin online alışveriş sitesine buyursunlar.

27 Ekim 2011 Perşembe

Tatil Serisi-3: DATÇA

Bozburun'daki 3 güzel günün ardından rotamızı Datça'ya döndürdük. Datça'ya bu ikinci gelişimiz oldu. Yıllar öncesindeki ilk gelişimizde Datça'nın içinde kalmış ve döneceğimiz gün Palamutbükü'nü görmüş ve çok beğenmiştik. Bir sonraki gelişimizde burada kalırız demiştik. İşte bu sefer Palamutbükü'nde kaldık. Çok da iyi etmişiz. Bu tatil tamamen tertemiz denizlerde yüzme tatili oldu bizim için. Hangisi daha temizdi, berraktı, güzeldi diye sonrasında karar veremedik.

Palamutbükü'de diğer sevdiğimiz yerler gibi sakin, huzur dolu bir tatil beldesi. Bozburun'un aksine bir kumsalı var ancak kumsalın Çıralı ile boy ölçüşmesine imkan yok. Öncelikle hem Çıralı'ya kıyasla hem çok dar hem de şemsiyeler birbirine çok yakın olduğundan çok kalabalık.

Datça - Palamutbükü
Datça - Palamutbükü
Ama denizi bir için su...

Datça - Palamutbükü
Datça - Palamutbükü
Denizin dibi ise şöyle görünüyor...

Datça - Palamutbükü
Denizden sahilin görüntüsü de şöyle bir şey

Datça - Palamutbükü
Biz Aylin Butik Otel'de kaldık. Esasında gitmeden önce Aylin Ahşap Evleri'nde kalmaya niyetliydik; ancak gidip de odaların içerisinin tamamen ahşap olmasının çok boğucu olduğunu ve gün boyunca aldığı ısıyla odanın içerisindeki havanının resmen sıkıntılı olduğunu gördükten sonra taştan yapılmış otelde serin serin kalmak daha cazip geldi. Otel gayet temiz ve güzeldi. Gitmeyi düşünenlere tavsiye edebilirim.

Palamutbükü aklımızın kaldığı kadar güzel bir yermiş. Sevdik burayı...