27 Mart 2011 Pazar

Ölüleri Gömün

Geçen hafta Ankara'ya geldiğinde izleme imkanı bulduğum son oyun İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bir oyunu olan Ölüleri Gömün.


Irwin Shaw'ın yazdığı ve çok kalabalık bir kadroya sahip olan tek perdelik oyun 1 saat 40 dakika sürüyor. Savaşların bir kısım zenginin daha da zengin olmaları amacıyla çıkartıldığı ve ordunun bu çıkarlara alet olarak erlerin heba olmasına sebep olduğu gerçeği üzerine kurulu olan oyun, ölen erlerin bir kısmının gömülmeyi reddererek savaşı durdurmak istemeleri ile değişiklik gösteriyor. Ya ölüler gömülmeyi reddederse ne olur? 

Çok güzel bir sahne ve dekor ile izleyici karşısına geçen oyunun en büyük handikapı da yine dekorunda. En ön sıranın hemen dibinden başlayan dekor, sahnenin sağ ve solunda yer alan yüksekliği sebebiyle en ön sırada uçlarda oturanların sahnenin ortasını görmesini imkansızlaştırıyor. Ayrıca o yüksek katta geçen dialogları izlemeyi de zorlaştırıyor. Bizler de en ön sırada oturduğumuz için boyun tutulması riskinden korktuğumuzdan o bölümleri sadece dinlemekle yetindik.

Başından sonuna kadar sisler içerisinde geçen ve yer yer patlama sesleriyle yerinizde zıplamanıza sebep olan oyun, çok başarılı olmasa da sıkılmadan bir 1,5 saat geçirmenizi sağlıyor.
Daha detaylı bilgi ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Buyrun

24 Mart 2011 Perşembe

Bir Kutlamam Var

Bugün benim internetten tanıştığım; hiç görüşmediğim, hatta henüz sesini bile duymadığım çok sevgili arkadaşımın doğumgünü.
Hamidecim doğumgünün kutlu olsun canım.


Bu çok uyumlu :) söylemesi güzel, hissetmesi güzel, her daim kalınmak istenecek süper yaşın sana sağlık, mutluluk, huzur, başarı, para ama en önemlisi AŞK getirsin. Hani senin şu okumayı çok sevdiğin tarihi romanlardaki gibi, ayaklarını yerden kesecek cinsten bir aşk. Sen doğumgününde kendi dileğini yerine getirdin ve bir ev sahibi oldun. Benim de senin için  dileğim bu. Umarım kabul edersin; umarım en kısa zamanda dileğim gerçekleşir.
İyi ki doğmuşsun
İyi ki tanımışım seni
Nice mutlu yaşlara....

23 Mart 2011 Çarşamba

Elizabeth Taylor Hayatını Kaybetti


Hürriyet'in haberine göre Menekşe gözlü sanatçı olarak ünlenen 79 yaşındaki Elizabeth Taylor bugün sabaha karşı Los Angeles'ta kaldırıldığı hastanede gözlerini yummuş. İlk kez 12 yaşındayken sinema dünyasına adım adan yıldız, birisi 1960 yılında "Butterfield 8" diğeri ise 1966 yılında "Who's Afraid of Virginia Wolf" filmleriyle iki oscar kazanmıştır. Kazandığı iki Oscar'dan ziyade gözleri ile akıllarda yer eden sanatçı, yaptığı 8 evlilik ile de gündemde kalmaya devam etmiştir. Kendisine çok büyük bir sevgim olmasa da ne diyeyim Allah rahmet eylesin. 

Haftasonu Ganimetleri

Bu sezonda Mango'ya aşık oldum. Çok uzun yıllardır bu kadar çok beğendiğim bir kreasyon çıkartmamıştı. Ta ki bu sezona kadar. O kadar çok şey beğendim ki şekerciye girmiş çocuk gibi oldum; ya da Disneyland'a gimiş ben gibi mi demeliydim :)) Ondan da bir ara bahsedeceğim inşallah. Neyse konuya dönelim. Mango bu sezon tek kelimeyle şahane.


Haftasonunda havanın güzel oluşunu fırsat bildim ve kendimi Tunalı'ya attım. Zaten ufak bir işim de vardı. Bayılırım tek başıma dolaşmaya. Onu hallettikten sonra mağazaları dolaşmaya ve yeni sezona bakınmaya başladım. Amacım sadece bakmak ve indirimde alacaklarımı gözüme kestirmekti. Valla... Ama Mango'ya girince iş birden değişti. İndirim falan yalan oldu; çok beğendiklerimi indirime kalmaz korkusuyla alıverdim.


Bu sezonun rengi benim için lacivert. Kolejli olduğumdan mıdır bilmem ama lacivert-kırmızı-beyaz uyumuna hastayımdır. Bu sezon bolca kombinleyeceğim gibi görünüyor.

Kırmızı lacivert çapa desenli beyaz gömleğim ile omzunda ve etek bölümündeki ceplerin kapaklarında beyaz üzerine lacivert çapa desenli düğmeleri olan üst kısmı penye alt kısmı ise ince keten kılıklı bir kumaştan elbisem..


Kotla muhteşem duran lacivert tiril tiril bluzum ile yine lacivert tığ işi görünümlü kısa hırkam. 


Beyaz kemerli lacivert ana tabanlı beyaz ve kırmızı çizgili, önden düğmeli evaze eteğim ile yine lacivert belinde ince kahverengi kemerli önden büyük tek plili evaze eteğim.


Görsellleri Mango'nun online sitesinden aldım. Oradan alışveriş imkanı da var. Bir de Marks&Spencer'da soldaki eteğin alltındakine benzer bir ayakkabı beğeniştim ama orada 35 numara olmadığı için yırttım. Ama öyle bir ayakkabı almak aklımda. Hadi bakalım. Daha alınacak çok şey var ama kendimi tuttum; indirimde patlarım artık :))


20 Mart 2011 Pazar

Malvarlığım

Çok değil bundan 4 ay öncesinde 2 tane ojem vardı ve hayatımda french haricinde bir oje sürmüşlüğüm yoktu. Değil mavi, yeşil; kırmızı ya da bordo sürmeye dahi cesaretim yoktu. Şu an geldiğimiz noktada toplam 56 tane ojem ve 8 tane yardımcım var ve ben her renk ojeyi sürebilecek cesarete sahip olmakla kalmadım; hemen her gün farklı bir oje sürer ve günlük olarak değiştirir oldum. :) Sorumlusunu daha önceden de belirtmiştim. Öykü Bu sorumlulara her gün yenisi ekleniyor. Son favorim Deniz. Hem tırnak yapısını çok beğeniyor; hem de tasarımlarına bayılıyorum.

Koleksiyonum her geçen gün genişliyor. Ama şu andaki hali bu şekilde. Hepsi işte bu kutunun içerisinde duruyorlar.



Kutu tamamen doldu. Yeni aldıklarımı nereye koyacağımı düşünüyorum.


Sıralı geçişlerle başlayalım. En sevgililerim China Glaze'ler. Soldan sağa sırasıyla 2011 bahar sezonunun en sevdiklerimden Bellow Deck, Aids için çıkartılan pembe Enpowerment, rengarenk simli yeşil Atlantis, yine 2011 bahar sezonunun en güzeli içi minik simli koyu pembe Ahoy!, rengarenk büyük simlerden oluşan Snow Globe, mükemmel bir mor Grape Pop, Audrey Hepburn'ün Breakfast at Tiffany's filmine gönderme Tiffany rengi For Audrey, mor mavi arasında çok güzel bir opak renk olan Secret Peri-wink-le ve son olarak tamamen siyah Liquid Leather



Catherine Arley Holografik Serisi. Soldan sağa sırasyıla koyu pembe 666, gümüşi gri 676, pembe 675, siyah 805, mor 673, koyu gri 667, açık pembe 670, açık mavi 674, nar çiçeği kırmızı 800, bordomsu 677 ve açık gri 671


Essie ve LA Splash'lar. Yine soldan sağa Essieler lila Neo Whimsical, bordo Wicked ve çok sevdiğim Chinchilly; LA Splash'lar ise içinde kalpler bulunan koyu pembe simli Cupid, sırf kırmızı simlerden oluşan Sparkling Fire ve içinde kalpler bulunan açık pembe simli LOL.


Tek tük olan ama çok sevilenler. Yukarıdan aşağıya ve soldan sağa sırasıyla kahvemsi simli OPI My Private Jet, mükemmel bir morumsuz lilamsı Color Club Ultra Violet, süper güzel yeşil mavi simli Orly Halleys Comet, rengarenk sırf sim Milani Gems, pembe holografik Nfu Oh 63, mavi yeşil simli Sinful Colors Nail Junkie, turuncu simli Sinful Colors Ufo, içinde yıldızlar bulunan sırf simden oluşan Nyx Dreamy Glitter, koyu mor Nyx Purple Noir ve su bazlı aseton gerektirmeden soyularak çıkabilen bordo Nail Trick 108


Olmazsa olmaz Flormar'lar. Soldan sağa tam anlamıyla ten rengi 344, yanar döner rengarenk 308, siyaha yakın bir lacivert 398, inanılmaz canlı neredeyse fosforlu bir pembe 238, çok beğendiğim bir gri 391, klasik french rengi 319, altın simli açık bir kahverengi 394, koyu bir kırmızı 385 ve rakı beyazı 01



Alex Avien'ler soldan sağa sırf simli 101, pembe tabanlı simli 188, yeşil yanardöner 139, Chanel paradoxal taklidi 243 (sanırım paradoxal'ı tek sevmeyen benim) ve çatlayan pembe


Ve diğerleri sedefli uçuk pembe Golden Lady 361, sedefli beyaz Golden Lady 389, çubuk simlerden oluşan Golden Rose 70, sedefli lila Golden Rose 238, varla yok arası sedefli koyu ten rengi Pastel 43 ve sedefli Pastel 110. Sanırım bu gruptan tek sevdiğim Pastel 43.



Son olarak base ve top coat'lar. Yukarıdan aşağıya ve soldan sağa holografik ojeler için Nfu Oh Aqua Base Coat, çabuk kurutan top coat Essie Good to Go, matlaştıran top coat Essie Matte About You, tırnak etleri için Essie Apricot Cuticle Oil, mucizevi base coat Sally Hansen Miracle Cure, yine bir base coat Sally Hansen Complete Care 4 in 1 ve tırnaklarıma hiçbir faydası olmadığı gibi zararı olduğunu düşündüğüm Alex Avien tırnak sertleştirici ile tırnak besleyici.



Belki bir gün tırnaklarımdaki hallerini de göstermeyi düşünebilirim. Şimdilik sadece şişeleriyle idare edin. :)

14 Mart 2011 Pazartesi

Erciyes Saçmalığı

Bu yıl kayak sezonunu malesef çok geç açabildik. Şubat'ın son haftasonunda Kartalkaya'daydık ve kayağı ne kadar özlemiş olduğumuzu fark ettik. O nedenle kış sezonu kapanmadan doyasıya kayak yapalım istedik ve daha önceden de gitmediğimiz bir yer olsun diyerek 4 günlük bir Kayseri - Erciyes turu ayarladık. Ayarlamaz olsaydık. Amacımız doyasıya kayak yapmaktı ya hani; yalan oldu. 4 günün sadece birisinde; onda da yarım gün kayabildik ancak. Günübirlik gittiğimiz Kartalkaya'da bile bu 4 günde kaydığımızdan çok daha fazla kaymıştık.

Böyle saçma bir yer olamaz. Esasında ciddi potansiyeli bulunmasına rağmen bir işletme nasıl olmalıdır; nasıl ileriye gider bilmeyen insanlar tarafından işletildiğinden harcanan bir yer. Hafta arasında az insan bulunduğundan liftler sadece ilk etapta açılıyor; ama o da sis, kar, tipi, fırtına vs. olmazsa. Hatta bazen sebepsiz yere bile açılmadığı oluyor. Açık olan ilk etap sadece tek bir pistten kaymanıza imkan veriyor. Bu pist de doğru düzgün ezilmemiş, eğimin çok az olduğu, yaklaşık 1-1,5 km'lik bir pist. Ehhh oradan kay kay insana bıkkınlık geliyor. Gerçi bıkacak kadar kayamadık ama 4 gün sadece orada kaysak bıkardık kesin.

Dağın yukarı kısımlarındaki pistlerden kaymanızı sağlayacak diğer liftler ancak haftasonunda açılıyormuş. Haftasonu çok kalabalık olduğundan biz hafta içi gitmeyi tercih etmiştik; ama hata etmişiz. Kalabalık dediğim öyle böyle değil. Normal kayan kalabalıktan bahsetmiyorum. Kızağını alıp gelen ya da kiralayan çocuklar; pist başında çocuklarının kayışını izleyen aileler; kar motorları ile yarış yapan gençler... Yani kayan haricinde herkes tarafından yaratılan bu kalabalık hem kayanlar hem de diğerleri açısından ciddi risk teşkil ediyor. Hafta içerisinde bile örneklerini gördüğümüzden çok net konuşabiliyorum.

Hal böyleyken burası neden bir Kartalkaya olamıyor diye sormasın insanlar. Ben hafta içinde Beden  Terbiyesi'nden 2-3 adamın kaprisini çekip doğru düzgün bakılmayan 1,5 km'lik piste mahkum olacağım bir daha gelir miyim oraya? Bir daha kimselere iyi bahseder miyim oradan? Güya Erciyes'i geliştirmek için Master Plan devreye konulmuş. Bittiğinde toplamda 75 km'lik pist olacakmış. Açık olmadıktan sonra ne yapayım 75 km'yi?? Bu zihniyet değişmediği sürece bir değil bin Master Plan yapılsa Erciyes yine de adam olmazzzz.

Neyseki gittiğimiz otelden yana bir sorunumuz olmadı. Dağın tek 4 yıldızlı oteli olan Grand Eras'ta kaldık. Pazar günü haftasonu gelenlerin çıkış günü olduğundan bizim girişimize güzel bir oda ayarlayamamışlardı ama ertesi gün otel de müsait olduğundan suit oda verdiler sağolsunlar. Odadan yana rahat ettik. Zaten yemekleri de muhteşemdi. Hani bence Erciyes'e gitmeyin ama gidecekseniz de bu otelde kalabilirsiniz. Yok illa gideceğiz diyorsanız giderken Kayseri'nin en bilinen restoranlarından Kaşık-La'ya uğrarsanız bana duacı olursunuz. :))

En sevdiğim yemek mantııııı


Bu da yemeğe hazır hale gelmiş versiyonu


Ve mükemmel biriktelik Kaşık-La tabağı (Yağlama, Sarma, Yağ Mantısı ve İçli Köfte bir arada)


Bu arada Erciyes'ten inişimiz de süper şenlikliydi. Görüşün yer yer 10 metrenin altında kaldığı korkunç bir tipi, sis ve rüzgarın eşliğinde indik. Önümüzü görebilmek için mecburen gözümüze kayak gözlüklerimizi takmıştık. Ehhh o gözlüklerle diğer ekipmanlar olmadan pek bir komik olduğumuzdan araba içerisinde iki atom karınca gibi duruyorduk. :))) Aşağıda dağa çıkış yolunu kapatmış olan polis arabası bizi görünce peşimize takılıp durdurdu ve pek bir şaşkın halde bu havada nasıl indiğimizi; yukarıda jandarmanın bizi uyarıp uyarmadığını sordu. Meğersem yol çoktan kapatılmışmış. Ne inişe ne de çıkışa müsade edilmiyormuş. :)) Bakın görüşün en yüksek seviyede olduğu andan bir kare.


Ehhh elbet haberiniz olmuştur; Ankara Sibirya ile bir yarış içerisine girmiş. :) Ankara'ya geldiğimizde gördüğümüz manzara bizi şok etti. Dağ havası bizden önce Ankara'ya ulaşmıştı. Ya da kutup havası mı desem?? Tek şeritte bile ilerlemenin çok zor olduğu sevgili başkentimizin kapanmaması gereken yollarından biri olan çevre yolundan ite kaka evimize geldik. Geldik ama otoparka girmenin imkanı yok; otopark bariyerinin orada kara saplandık kaldık. Zaten kalmasak da bir şey değişmezdi; zira otoparka giren birisi de ilerleyememiş ve oracıkta kontağı kapatıp gitmiş. Neyse yol kenarında iyi kötü bir yer bulduk da oraya park ettik. Artık bu kar ne zaman kalkar yerden bilinmez. İşte bir alt sokağımızdan görüntüler.


Erciyes'te doğru düzgün fotoğraf çekemedik. O nedenle son olarak halen en sevdiğim kayak merkezi olan Kartalkaya'dan görüntülerle sizi baş başa bırakayım.




12 Mart 2011 Cumartesi

Amanınnnnn mimlenmişim

Canımcım Şizofrenik Human tarafından mimlenmişim :) İlk mimim valla çok heyecanlıyım.

Hayalinizdeki meslek nedir?
Kesinlikle cerrahlık ama malesef böyle bir hayalim olabileceğini çok geç fark ettim.

Kışın sürmeyi en sevdiğiniz parfüm?
Dolce & Gabbana Classic. Çok uzun yıllardır kış ayları için vazgeçilmezim. Ama geçen yıldan beri onun yanı sıra Versace Signature de kullanıyorum. 

Çay mı, kahve mi? Kaç şekerli/Sütlü, sütsüz?
Demleme olması şartı ile kesinlikle çay. Ama türk kahvesi de vazgeçilmezimdir. Her ikisi de şekersiz ve sert olacak. Nescafe de severim. Aynı şekilde o da şekersiz, sade ve sert olmalı.

En önemli makyaj hileniz?
Özel akşamlar haricinde makyaj yapmam. O nedenle bir hilem de yoktur.

Tam şu anda kucağınıza bir cin düşseydi ve 3 dilek hakkınız olduğunu söyleseydi, ne olurdu?
Öncelikle dilek haklarımı şöyle bir 1000'e çıkarmasını dilerdim diyeceğim ama muhtemelen bu aaaaa nidaları eşliğinde kabul olmaz. O nedenle ilk olarak benim ve sevdiklerimin uzun, sağlıklı ve mutlu bir ömür sürmelerini dilerdim. İkinci olarak tüm istediklerimi yapabilecek kadar çok paramın olmasını ve bu sayede çalışmadan yaşamayı isterdim. Son olarak zamanı geldiğinde güzel bir ölüm dilerdim.

Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği ve tatlı. Bu öünlerden ömrünüz boyunca yalnıza bir tanesini seçmek zorunda kalsanız, hangisi olurdu?
Kesinlikle kahvaltı. Ama öyle geçiştirmelik değil; haftasonu kahvaltıları gibi uzun uzadıya yenen ve bol çeşitli versiyonundan. 

Eğer Hello  Kitty olsaydınız kurdelanız be renk olurdu?
Valla hello kitty olmuşum kurdelayı düşünecek halim mi kalmış??? Neyse oyunbozanlık olmasın şimdiki kurdelası ne renk onu da bilmiyorum ama benimki turkuaz olsun.

Eğer ömrünüz boyunca yalnızca bir tane takı takma seçeneğiniz olsaydı bu ne olurdu?
Tartışmasız yüzük.

Sahip olmak istediğiniz bir yetenek?
Zor soru. Düşünceleri okumayı ya da zamanda yolculuk edebilmeyi isterdim. Bir de ufak bir kopyanın ardından X-Men Son Direniş'teki Phoenix'in gücünü seçebilirdim; hem ileri düzeyde telepati, hem de telekinezi gücü vardı. ayrıca fıstık gibi de kızdı. :)

Bitince almaya devam edeceğiniz bir kozmetik ürünü?
Koltuk altı deo stickim

Eğer geleceği görme şansınız olsaydı, görmek ister miydiniz? Evetse tam olarak neyi görmek isterdiniz?
Ben bu merakla kesin isterdim ama istenmeyecek bir özellik bence. Muhtemelen en olmadık şeyi yapar ve benim ve sevdiklerimin ölümlerine bakar sonra da hayatı kendime zindan ederdim. O nedenle ben mümkünse almayayım. Yok onları istesem de görme şansım olmayacaksa suyundan da koyun lütfen. Ohhhh her hafta şans topu, sayısal loto gibi şans oyunlarının sonuçlarını görür; ona göre oynar ve kolay yoldan fazlasıyla zengin olurdum. :))

Gizli ünlü aşkınız kim? (Fotoğraf koyun!)
Aşk dersen çocukluğumdaki Erol Evgin aşkını saymazsak hiçbir ünlüye aşık olmadım. Ama beğeni dersek gayet aleni olarak Alexander Skarsgard'ı beğeniyorum. Resim koyayım ama sulanmak yok :)


Neden Blog tutmaya başladınız?
İlk postumu okursanız anlarsınız ama kısaca bir şeyleri değiştirme ya da geliştirme, birisinin hayatına dokunma ve bir konu hakkında fikir verme ihtimalini sevdim.


Mimlediklerim : Mükerrer olmasın diye olanları yazmıyor ve bu mimi LOGAN, ProGossiv3 ve A-H'e gönderiyorum. 


10 Mart 2011 Perşembe

Haydi Karına Koş


Son gittiğim oyun "Haydi Karına Koş" klasik bir Ray Cooney oyunu. Daha önce defalarca kez sergilenmiş bu oyun; 1 Mart'ta Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye konuldu. İngiliz oyun yazarı Ray Cooney, genellikle eşlerini aldatan ve başlarına olmadık işler gelen karakterler hakkında yazan güldürü garantili bir yazardır. Bu oyun da bunun en çok bilinen örneği.


Cüneyt Mete, Ünsal Coşar, Şirin Giobbi, Pelin Dikmenoğlu, Savaş Tamer, Şahap Sayılgan, Mert Hürol ve Ayşe Pelin Gün'ün rol aldıkları oyun, 2 perdeli ve yaklaşık olarak 2 saat 15 dakika sürüyor. Ana karakterimiz John Smith, iki ayrı kadınla evli olan ve iki ayrı evde planlı bir hayat sürdüren bir taksi şoförü. Yakayı ele vermemek için hazırladığı zaman çizelgesi ve bir ajanda ile günlerini programlayıp buna sıkı sıkıya uyan bir zampara. Ancak bir gün trafik kazası geçirmesi ile birlikte programı aksıyor ve komik olaylar birbirini izliyor.


Çok başarılı oyuncuların yer aldığı oyun hareketli bir şekilde başlıyor ve aynı hızda devam edip sona ulaşıyor. Aynı sahnede iki ayrı ev geçtiğinden yer yer göz yorucu olsa da çok keyifli bir oyundu. Bol bol güldüren ve eğlendiren oyunda birbirinden tecrübelli ve yetenekli oyuncular yer alıyor. Ancak özellikle ortalığı karıştıran üst komşu Stanley rolündeki Ünsal Coşar'ın performansı hayranlık uyandırıcı ve kesinlikle ayakta alkışlanacak cinstendi. 43 yaşına rağmen muhteşem fiziği ve bir o kadar güzel performansı ile Barbara rolündeki Pelin Dikmenoğlu da göz doldurucuydu. Son olarak üst kata yeni taşınan eşcinsel komşu rolündeki Mert Hürol da alkışı hak ediyordu.


Bir an olsun sıkılmadan izleyeceğiniz bir oyun arıyorsanız "Haydi Karına Koş" doğru bir seçim olacaktır. Gülmek, eğlenmek ve o kapıların dışarıdaki tüm olumsuzluklardan uzaklaşıp keyifli bir vakit geçirmek isteyen herkese kesinlikle tavsiye ederim.


Oyunun afişi henüz hazırlanmadığından görsel devlet tiyatrolarının resmi sitesinden alınmıştır. Daha fazla bilgi ve oyundan diğer görseller için buraya buyurunuz.

5 Mart 2011 Cumartesi

Daybuyday


Dün günlük olarak indirimli ürün satışı yapan alışveriş sitelerine bir yenisi eklendi. Hepsiburada.com, Cem Hakko ve yatırımcı Dinç Artman'ın ortaklığında kurulan Daybuyday açılışını Vakko ürünleri ile yaptı. Ben bugün için alacak bir şey bulamadım ama günlük olarak takip etmeye devam edeceğim. Ehhh ne diyelim yayın hayatında başarılar.

4 Mart 2011 Cuma

Kerbela


Ortaokul yıllarımdan beri tarihten nefret ederim. Ama öyle böyle değil. O kadar ki hala tarih romanlarını okumakta çok zorlanıyorum. Bu yüzdendir ki çok merak etmeme rağmen hala Boleyn serisine bir türlü başlayamadım. Ancak terslik bu ya; okumak ne kadar zor gelirse izlemek de bir o kadar keyiflidir. Elizabeth, Anna and the King, Tudors gibi tarihi içinde barındıran eserler hoşuma gidiyor. Ancak senaryosu güzel olmayanı ya da güzel işlenmeyeni de hiç çekilmiyor.

İşte bu nedenle biraz çekinerek, tereddüt ederek aldım bu oyuna biletlerimizi. Özellikle de son dönemde bazıları tarafından çok beğenilmesi tereddütümü arttırmıştı. Geçen sezonda izlediğim ve çok beğendiğim "Genç Osman" gibi bir tecrübe olmasını çok beklemesem de yine de merak ettim. İyi ki de etmişim; Kerbela, bu sezonda izlediğim en güzel; hayatımda da izlediğim en iyiler arasında yerini alabilecek bir oyundu. 

Kostümlerinden makyajına, müziğinden ses ve görüntü efektlerine, senaryosundan yönetmenine kadar herşeyiyle bir numara denecek tarzda bir oyundu. Orkestra ve müzikler gerçekten çok güzeldi. Oyunculuk performansı olarak çok akılda kalacak birisi olmasa da genel olarak tüm ekip çok başarılıydı. Her şey bir yana Hz. Ali'nin cenazesinde yapılan bir lazer gösterisi var ki; inanılmazdı. Ali Berktay'ın yazıp; Ayşe Emel Mesci'nin yönettiği oyun, geçen sezonda en iyi oyun, en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi müzik de dahil olmak üzere 11 tane ödül almış :)

Adından da anlaşılacağı üzere İslam tarihinin en iyi bilinen olaylarından biri olan Kerbela ve Hz. Ali'nin ölümünün ardından Kerbela'ya kadar yaşananlar anlatılıyor. Ama gerçekten çok güzel anlatılıyor. 3 saatten fazla sürmesine rağmen bir dakika dahi sıkılmadığınız oyun, bir solukta geçiyor. Daha da uzun sürseydi kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. :)

Kesinlikle izlenmeye değer bir oyun. Hatta izlememenin kayıp olduğunu düşünüyorum. Oyun hakkında daha fazla bilgi almak, oyundan fotoğraflara bakmak için devlet tiyatrolarının sitesini ziyaret edebilirsiniz. Buraya buyrunuz. 

1 Mart 2011 Salı

Bloguma Dokanma

Tek bir blog'dan yapılan yasal olmayan Lig TV yayını sebebiyle tüm blogların kapatılması kadar saçma bir şey yok. Birini engelleyemiyorsan hepsinin kafasını ez mantığı nereye kadar?? Yazık değil mi bunca emeğe? Tabi bence bu sadece görünürdeki sebep. Bunun altında çok daha korkulu rüyaların yattığını düşünecek olursak  tüm bunlardan bu sayede tek kalemde kurtulma şansı ayaklarına geldi; teperler mi?


Ne güzel derdimizi dile getirmiş OİP'in kutukafası.
Bir pankart alıp biz de peşine düşelim.