4 Ekim 2011 Salı

Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Ayyyy yazıp çizme konusunda bir miskinliktir gidiyor. Hala daha tatil fotoğraflarını bilgisayara atıp yazılarını yazamadım. Böyle giderse ne yazacağımı unutacağım o olacak. Neyse onlar bekleyedursun ben size bu haftasonundan bahsedeyim azıcık.

İlk açıldığı andan itibaren gitmek istediğim "Ulucanlar Cezaevi Müzesi"ne en sonunda bu haftasonu gidebildim. Ancak internet sitesinin azizliğine uğradık. Müzenin sitesinde saat 17:00'ye kadar açık olduğu yazıyordu; oysa 16:00'ya kadar açıkmış. Ehhh biz de 15:30'da gittiğimizden epey bir hızlandırılmış tur yapmak durumunda kaldık. Hızlı hızlı bakmaktan çok fotoğraf da çekemedim dolayısıyla.

Öncelikle sakin otoparkı ve balmumundan yapılmış iki askeri ile karşılıyor sizi Ulucanlar. İçeriye adım attığınızda düzenli bir gezi yönlendirme sistemi var. Okları takip ederek tüm müzeyi rahatlıkla karışmadan gezebiliyorsunuz. Böylece acaba atladığımız bir yer var mı korkusuna kapılmıyorsunuz.

Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Öncelikle Hilton Koğuşu diye bilinen 9. ve 10. Koğuş ile başlıyor gezi. Zamanında Osman Bölükbaşı yaptırmış. İnanın benim evimde öyle bir manzara yok. Tüm Çankaya ayaklarınızın altında. Mapus demeye bin şahit ister. Sadece dönüp odaya baktığınızda anlıyorsunuz hapishanede olduğunuzu ve öylesi ters bir örnek teşkil ediyor ki yaşanmışlıkları anlayamıyorsunuz buraya bakarak.

Ancak hemen ardından girdiğiniz "Tecritler" sizi bir anda kendinize getiriyor. Bu bölüm, cezaevine şüpheli olarak getirilmiş kişilerin cezası kesinleşinceye kadar bekletildikleri veya hücre cezasına çarptırılanların kaldıkları yer. Büyük bir şok etkisi yaratıyor insanda ve korkutuyor insanı. Hem de nasıl bir korku. Sanırsınız korku filmi. Balmumundan heykeller eşliğindeki canlandırmalar insanı dehşete düşürüyor. Hücrelerden sesler yükseliyor. "Gardiyan! Gardiyan! Çıkarın beni burdan", "Ne olur açın kapıları, kapatmayın ışıkları", "Anam gelmiş. Ne olur bırakın göreyim." sesleri yankılanıyor hücrelerden ayrı ayrı. Koridora büyük bir çaresizlik hakim. Ve siz her an sizi de o hücrelerden birisine koyacaklar korkusu ile koridorun sonunda gördüğünüz ışığa doğru hızla ilerliyorsunuz. Şaşkınlıktan fotoğraf dahi çekemedim.

En etkileyicileri başta gördükten sonra diğer kısımlar hakikaten müze havasında geziliyor. Sırada 4. Koğuş var. Biraz kendimize geldiğimizden fotoğraf çekebildik. O yıllardan kalma orijinal eşyaları, duvar yazıları ve balmumu heykelleriyle halen yaşanıyor havasında...

Ulucanlar Cezaevi Müzesi 4. Koğuş

Ulucanlar Cezaevi Müzesi 4. Koğuş
 
Ulucanlar Cezaevi Müzesi 4. Koğuş

Ulucanlar Cezaevi Müzesi 4. Koğuş
Benzer bir 5. Koğuşu görüp tanınmış mahkumların özel eşyalarının sergilendiği 6. Koğuşa geliyorsunuz. Burada kimler yok ki. Dedim ya çok hızlı bir tur olmak zorunda kaldı. Buraya geldiğimizde saat 16:00 olmuştu bile ve görevliden aldığımız bilgiye göre çıkmak için son 15 dakikamız kalmıştı. O nedenle hızlıca bakıp tek bir fotoğraf çekebildim ki o da istediğim gibi çıkmamış. Deniz Gezmiş'in hırkası ile fakültede kendi el yazısıyla tuttuğu notlarının ve Hüseyin İnan'ın atleti ile minik bir not defterinin bulunduğu camlı bölmenin fotoğrafı. Oysa daha Bülent Ecevit'in  şapkası ve niceleri vardı... Bırakın fotoğraflamayı tam olarak bakamadım bile.

Ulucanlar Cezaevi Müzesi 6. Koğuş
Hızlıca Zindanları geçip Hamamı dolaşıp sona geliyorsunuz. Sona doğru sizi Kapalı Görüş Odaları karşılıyor. 30 kadar daracık bölmeden oluşan bir yer. Ancak bir adamın sığabileceği büyüklükte ve karşıdakinin puslu camın ardından ancak yüzünün görülebileceği şekilde dizayn edilmiş. İçler acısı.  

En sonda ise Darağacı... Korkunç bir görüntü. Görüş alanının hemen yanında, dış dünya ile parmaklıklar ardındaki hayatı ayıran bir darağacı. Sanki içeridekilerin tek çıkış yolunu gösterirmişcesine tüm heybetiyle duruyor. Hemen üzerinde de onu izleyen bir asker.


Ulucanlar Cezaevi Müzesi Darağacı
Yanında da bir ibret tablosu.. Bu çıkışı kullanan her bir mahkumun adı soyadı ve tarihi yer alan bir plaka... Çekmeye elim varmadı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder