31 Ekim 2011 Pazartesi
Rakı Kadehinde Balık Olsam
Paşabahçe Mağazaları'nda satılan imzalı ürünlerin bu seferki konuğu Behiç Ak. İstanbul Serisi olarak satışa çıkan 7 parçalık koleksiyonda yer alan bu rakı bardaklarına bayıldım ve hemen aldım. Rakı Kadehindeki balık olamıyorsak bari balığı tutalım değil mi ama :))
Bir de kullanım ihtimalimiz daha düşük olduğu için alıp almamakta kararsız kaldığım viski bardakları vardı. Ama onları da çok beğendiğimden almaya karar verdim. Viski içmiyoruz ama pekala votka için kullanabiliriz.
Ben de hemen istiyorum diyenler Paşabahçe'nin online alışveriş sitesine buyursunlar.
27 Ekim 2011 Perşembe
Tatil Serisi-3: DATÇA
Bozburun'daki 3 güzel günün ardından rotamızı Datça'ya döndürdük. Datça'ya bu ikinci gelişimiz oldu. Yıllar öncesindeki ilk gelişimizde Datça'nın içinde kalmış ve döneceğimiz gün Palamutbükü'nü görmüş ve çok beğenmiştik. Bir sonraki gelişimizde burada kalırız demiştik. İşte bu sefer Palamutbükü'nde kaldık. Çok da iyi etmişiz. Bu tatil tamamen tertemiz denizlerde yüzme tatili oldu bizim için. Hangisi daha temizdi, berraktı, güzeldi diye sonrasında karar veremedik.
Palamutbükü'de diğer sevdiğimiz yerler gibi sakin, huzur dolu bir tatil beldesi. Bozburun'un aksine bir kumsalı var ancak kumsalın Çıralı ile boy ölçüşmesine imkan yok. Öncelikle hem Çıralı'ya kıyasla hem çok dar hem de şemsiyeler birbirine çok yakın olduğundan çok kalabalık.
Ama denizi bir için su...
Denizin dibi ise şöyle görünüyor...
Denizden sahilin görüntüsü de şöyle bir şey
Biz Aylin Butik Otel'de kaldık. Esasında gitmeden önce Aylin Ahşap Evleri'nde kalmaya niyetliydik; ancak gidip de odaların içerisinin tamamen ahşap olmasının çok boğucu olduğunu ve gün boyunca aldığı ısıyla odanın içerisindeki havanının resmen sıkıntılı olduğunu gördükten sonra taştan yapılmış otelde serin serin kalmak daha cazip geldi. Otel gayet temiz ve güzeldi. Gitmeyi düşünenlere tavsiye edebilirim.
Palamutbükü aklımızın kaldığı kadar güzel bir yermiş. Sevdik burayı...
Palamutbükü'de diğer sevdiğimiz yerler gibi sakin, huzur dolu bir tatil beldesi. Bozburun'un aksine bir kumsalı var ancak kumsalın Çıralı ile boy ölçüşmesine imkan yok. Öncelikle hem Çıralı'ya kıyasla hem çok dar hem de şemsiyeler birbirine çok yakın olduğundan çok kalabalık.
Datça - Palamutbükü |
Datça - Palamutbükü |
Datça - Palamutbükü |
Datça - Palamutbükü |
Datça - Palamutbükü |
Datça - Palamutbükü |
Palamutbükü aklımızın kaldığı kadar güzel bir yermiş. Sevdik burayı...
22 Ekim 2011 Cumartesi
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı
![]() |
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı |
Öncelikle tiyatronun başarısı bence oyunculara bağlıdır. Çok güzel bir senaryoyu oyuncular batırabilir ya da çok kötü bir senaryoya rağmen oyuncular için katlanabilirsiniz. Dolayısıyla ilk eleştirim oyunculara olacak. Semih Sergen çok başarılı bir yönetmen, iyi bir şair ve yıllanmış bir oyuncu olarak mükemmel bir akıl hocası falan olabilir; bilemem ama artık sahnenin önünde yer almasın. Hele ki başrolde!! Hem de genç bir damat rolünde!!! Adam kayınpederi rolündeki kişiden çok daha yaşlıyken nasıl bir inandırıcılık bekliyorsunuz?? Eskiden çok başarılı bir oyuncu olabilir ama artık söylediklerinin çoğu anlaşılmıyor. Sahneyi gençlere bırakmasının vakti gelmiş. Ya da sadece sahne özlemini gidermek için geçen hafta "Kantocu"da izlediğimiz yıllanmış çınarlar gibi 10 dakikalık küçük rollerde yer alacak ve sonunda en büyük alkışı alanlardan olacak.
Tiyatro zor zaanat. Esasında rol yaparsınız; rol yaptığınızı, yaşananların gerçek olmadığını bunun bir oyun olduğunu herkes bilir; ama rol yaptığınız belli olursa başarısız olursunuz. Oyuncuların konuşması, davranışları, mimikleri gerçek gibi olmalı. En azından oyun boyunca aynı şekilde devam etmeli. Ermeni şivesi ile konuşmaya çalışan biri olmamalı karşınızda; gerçekten Ermeni sanmalısınız o kişiyi. Arada karıştırıp düzgün Türkçe konuşmamalı kişi; her daim aynı tonlamada olmalı. Olmuyorsa oldurmalı; hala olmuyorsa zorlamamalı. Ya oyuncuları değiştirecekler ya da bu oyunu sahnelemekten vazgeçecekler.
İkinci eleştirim senaryoya geliyor. Oyunculuk berbat da senaryo çok mu güzel; hayır. O da en azından onun kadar berbat. Sahneleyecekleri oyunun provasını yapan bir kumpanyanın oyuncuları izliyoruz. Sahneleyecekleri oyun da berbat ötesi. Dekor deseniz zaten yok.. Yani daha kötü olabilir miydi derseniz; hayır sınırları zorlamış ve en kötüyü yaratmışlar.
Merak ediyorum oyun sahnelenmeye hazır hale gelmeden önce izleyip dürüstçe fikrini beyan eden olmadı mı hiç?? Bu olmadı, zorlamayalım ve geçen sezonlardan sevilen bir oyunu yeniden sahneleyelim diyen çıkmamış mı? Kapalı gişe oynayan onlarca oyun vardı. Mesela "Sen de Gitme Triyandafilis" veya "Çiçekleri Sarı Kıza Yedirdim" ya da "Aslan Asker Şvayk" hatta "Hayvan Çiftliği" Varın onlardan birini oynayın yeniden ve izlemeyen ya da yeniden izlemek isteyenler izleyip övgüyle bahsetsinler.
Haaaa diyebilirsiniz ki "ikinci yarıyı izlemeden çıkmışsın; esasında ikinci yarıda mucizeler yarattı; muhteşemdi, sen kaçırdın" o zaman da ilk yarının sonlarına doğru ikinci yarıya ilişkin ışık yakmadığına yansınlar. Çünkü emin olun tek çıkan biz değildik. Salonun en azından dörtte biri söylenerek terk etti salonu.
19 Ekim 2011 Çarşamba
Tatil Serisi-2: BOZBURUN
Çıralı'da geçirdiğimiz 5 günün ardından soluğu Marmaris Bozburun'da aldık. Daha önceden de Marmaris'e gelmiştik ama Bozburun'da değil Çiftlik Koyu'nda kalmıştık. Tavsiyeler üzerine bu sefer burada konaklamaya karar verdik. Çok da iyi yapmışız. Şirin mi şirin, bir çok turistik bölgenin aksine çok daha bakir kalmış bir tatil yeri. Denizi güzel, tertemiz. Tek eksiği kumsalının olmaması. Denize doğrudan 5-10 metrelik derinlikten girmeye başlıyorsunuz. Ama bu sayede deniz o muhteşem lacivert renginde...
Kaldığımız otel tavsiye üzerine; Dolphin Otel. Yemeklerdeki ve diğer her türlü aksaklığa ve olumsuzluğa rağmen odanın iç güzelliği ve mükemmel bir manzaraya gözünüzü açıyor olmanız sebebiyle kesinlikle tavsiye edeceğim bir otel. Sırf manzara yeter.
Otel odası...
Denizden otelin görüntüsü...
İşte bu da yataktan kalkmadan sadece yastıktan kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz manzara...
Balkonumuzdan Bozburun manzarası...
Otelin jungle kıvamındaki bahçesi ve güneşlenme terası...
Biz çok beğendik Bozburun'u. Otel konusunda da dediğim gibi gözünüzü açtığınızdaki manzara yeter kalmak için. Sadece hayal kırıklığına uğramamak için büyük beklentilerinizin olmaması lazım. Ama Bozburun'a gidip de hemen yakınındaki Söğüt'te bulunan Denizkızı Restoran'da yemek yemezseniz çok şey kaybedersiniz; benden söylemesi. Böylesi güzel mezeleri başka yerde yeme ihtimaliniz çok düşük. Hele ki o yediğim en lezzetli ahtapot ızgarayı başka yerde bulamazsınız. Bu arada mükemmel kalamarı atlamak da olmaz. Sözün özü Bozburun'a gidin, görün. Ama Denizkızı'nı asla atlamayın...
Bozburun |
Bozburun |
Bozburun |
Kaldığımız otel tavsiye üzerine; Dolphin Otel. Yemeklerdeki ve diğer her türlü aksaklığa ve olumsuzluğa rağmen odanın iç güzelliği ve mükemmel bir manzaraya gözünüzü açıyor olmanız sebebiyle kesinlikle tavsiye edeceğim bir otel. Sırf manzara yeter.
Otel odası...
Bozburun - Dolphin Otel |
Bozburun - Dolphin Otel |
İşte bu da yataktan kalkmadan sadece yastıktan kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz manzara...
Bozburun - Dolphin Otel |
Bozburun - Dolphin Otel |
Bozburun - Dolphin Otel |
Söğüt - Denizkızı Restoran |
Sırf bu güzel sofra için bile bir kere daha gitmeye değer...
Söğüt - Denizkızı Restoran |
Etiketler:
bozburun,
denizkızı restoran,
marmaris,
ne yesem?,
nereye gitsem?,
seyahat,
söğüt,
yemek
16 Ekim 2011 Pazar
Tatil Serisi-1: ÇIRALI
Eveeet sonunda tatil yazılarına başladım; umarım sonunu getirebilirim. Bu yıl tıpkı daha önceki yıllarda olduğu gibi gezelim dedik. Antalya'dan başlayıp Bodrum'a kadar uzanan bu geziyi kaçıncıya yapıyoruz bilmem. Başlangıç ve bitiş yerleri aynı olsa da çoğunlukla aradaki durakları değiştiriyoruz. Sanırım iki nokta arasında gidemediğimiz bir tek Sarıgerme kaldı. Önümüzdeki yıllarda orayı da görürüz umarım.
Tatil yine Antalya'dan başladı. Çünkü favori yerimiz Çıralı. Çoğu insan böyle söyleyince bilmiyor da Olympos diyince tanıyor. Olympos, antik kentin olduğu taraf; köprüden diğer tarafa geçtiğinizde ise köy kısmı olan Çıralı'ya ulaşıyorsunuz. Eskiden senede birkaç kez giderdik. Şimdi son gidişimizle arası biraz açıldı ama olsun.
Bir çok yer görsek de döner dolaşır yine orayı özleriz. Oradaki huzur bir başkadır. Orada bizler başkayız. Orası bizimle daha başkadır. Tamamen sükunetin hakim olduğu bir yer. Siz istemediğiniz sürece hiçbir gürültü olmaz. Siz yaratmadığınız sürece hiçbir kargaşa çıkmaz. Kimse sizi rahatsız etmez. Uçsuz bucaksız bu kumsalda asla bir insan yığını bulamazsınız. Kumsal herkesi yutar. En iyisi ben susayım fotoğraflar konuşsun. Fotoğrafların bir kısmı eski yıllara ait. Ama değişen bir şey yok.
Çıralı - kumsal |
Çıralı - kumsal |
Çıralı - kumsal |
Çıralı - kumsal |
Çıralı - kumsal |
Çıralı - deniz |
Çıralı - deniz altı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı |
Çıralı Bu da yağmurda Çıralı'da denize girdiğimiz zamandan birkaç kare. |
Çıralı - yağmur |
Çıralı - yağmur |
Çıralı - yağmur |
Çıralı - Melisa Pansiyon |
Çıralı - Melisa Pansiyon |
Çıralı - Melisa Pansiyon |
Çıralı - Melisa Pansiyon |
Çıralı - Melisa Pansiyon |
kirpi |
kertenkele |
Çıralı - Tekne Turu |
Çıralı - Tekne Turu |
Çıralı - Tekne Turunda su altı |
Etiketler:
antalya,
çıralı,
nereye gitsem?,
olympos,
seyahat
14 Ekim 2011 Cuma
Sensiz 5 Yıl Bitti Be Dostum!
Kaybetmek nedir bilmeyenlerin aksine çok kişiyi kaybettim ben hayatımda. Hem de çok küçük yaşta başladı bu kayıplar. Kimi çok önemliydi kimi kıyısından girmişti hayatıma. Ama her biri bilinmeyene doğru giderken bir şeyler aldı götürdü benden. Kimi çocukluğumu, kimi gençliğimi, kimi de ışığımı aldı yanına giderken. Ben kalanlarla idare ettim hep. İdare etmesini bilemeceğim anlar da gelebilir bir gün ama şimdilik çok şükür ki çekirdek ailemden herkes hayatta...
Sene 1993. Ertesi gün tatile çıkacağımız bir yaz akşamı. Ayvalık yolunda bir araba, içindeki 6 çocuktan 5'ini bilinmeyene doğru götürdü. Yeni ehliyetini alan bir çocuk ile arkadaşı beraberinde 3 arkadaşımızı aldı giderken. Birisi sevdiğim yakın bir yazlık arkadaşımdı. Henüz 15 yaşındaydım ve çocukluk yıllarımın en travmatik olayı belki de buydu. İlk kez bir yas evine ve cenazeye gittim ve yaşadıklarım çok uzun seneler boyunca bırakın cenazelere katılmayı en yakın aile dostlarıma bile başsağlığı dileyemememe sebep oldu.
Sene 1996. Üniversiteden bir arkadaşım yaz tatili için gittiği memleketinden bir daha dönemedi. Yakın arkadaşım olmasa da o dönemde içerisinde bulunduğum gruptan birisiydi.
Sene 1997. O yıllarda berbat olan Bodrum yollarında mıcıra kapılan bir araba taklalar attı. Arabayı kullanan abisinin aksine yanındaki eski bir erkek arkadaşım kazadan kurtulamadı. Henüz ölümlere alışamadığım yıllar olduğundan cenazesine gidemedim.
Sene 2000. Anneanem beklenen sona doğru giderken ben de yıllar sonra ikinci kez bir cenazeye katıldım. Bekleniyor olması hazır olmanızı sağlamıyor. Zaten ölüme de hazırlanılamıyor.
Ama en beklenmeyini, en hazır olmadığımız seninkiydi be dostum. Ölüm en çok sana yakışmadı be kuzum. Bunca kayıbın yanında seninki bir başkaydı. Sen hayatımda bana en yakın ilk halkada yer alanlardandır. Bunca kayıba rağmen kaybetmenin ne demek olduğunu seninle anladım. Bilir misin o günden bu yana artık yüzüm ışıldamaz oldu tam olarak. Fotoğraflarda başka bakıyorum artık.
5 yıl oldu bugün. Koskoca 5 yıl geçmiş sensiz. 2006 yılında bugün Cumartesiydi. Çamaşır asıyordum haber geldiğinde. Kaza yapmış, hastanedeyiz, gelin dedi bir diğer dostumuz. Sesi ciddiydi.. Korktuk.. Söylendik kemerini takmamıştır bu adam gene diye.. Dua ettik ciddi bir şey olmasın diye.. Ama hastane önünde arabadan inerken ağlayarak yanımıza koşan dost yüzleri görünce bitti her şey. Oraya yıkıldık. Göstermediler bile son kez yüzünü. Meğer son kez görmüşüz seni 5 gün önce.
İnsanoğluna verilen en büyük nimet alışmak sanırım. Alışıyorsun.. Acılar daha katlanılır oluyor bir süre sonra. İlk günler çok zorken sensizlik sonraları alışmanın yolunu buluyorsun. Önceleri gülemiyorken sensiz, sonraları güldüğünde suçluluk hissediyorken bir süre sonra bir bakıyorsun kahkalalar atıyorsun yeniden. Bazen buruk, bazen içten kahkahalar dökülüyor yeniden dudaklarından. Bir şekilde hayatına devam etmenin yolunu buluyorsun.
Biz de devam ediyoruz. Unutarak değil seni; hatıralarımızda yaşatarak. Cem Yılmaz'ı her gördüğümüzde özlemle hatırlıyor, kahkahalarla gülerken espirilerine bazen birden gözyaşlarına boğuluyoruz. Sen gelip sohbetimizin ortasına düşüyorsun bazen beklenmedik bir anda. Gülerek hatırlıyoruz seni çoğunlukla. Ve gün be gün tüketiyoruz buradaki zamanımızı; orada yanındaki yerimizi tutmuş olmanı umarak.
Sene 1993. Ertesi gün tatile çıkacağımız bir yaz akşamı. Ayvalık yolunda bir araba, içindeki 6 çocuktan 5'ini bilinmeyene doğru götürdü. Yeni ehliyetini alan bir çocuk ile arkadaşı beraberinde 3 arkadaşımızı aldı giderken. Birisi sevdiğim yakın bir yazlık arkadaşımdı. Henüz 15 yaşındaydım ve çocukluk yıllarımın en travmatik olayı belki de buydu. İlk kez bir yas evine ve cenazeye gittim ve yaşadıklarım çok uzun seneler boyunca bırakın cenazelere katılmayı en yakın aile dostlarıma bile başsağlığı dileyemememe sebep oldu.
Sene 1996. Üniversiteden bir arkadaşım yaz tatili için gittiği memleketinden bir daha dönemedi. Yakın arkadaşım olmasa da o dönemde içerisinde bulunduğum gruptan birisiydi.
Sene 1997. O yıllarda berbat olan Bodrum yollarında mıcıra kapılan bir araba taklalar attı. Arabayı kullanan abisinin aksine yanındaki eski bir erkek arkadaşım kazadan kurtulamadı. Henüz ölümlere alışamadığım yıllar olduğundan cenazesine gidemedim.
Sene 2000. Anneanem beklenen sona doğru giderken ben de yıllar sonra ikinci kez bir cenazeye katıldım. Bekleniyor olması hazır olmanızı sağlamıyor. Zaten ölüme de hazırlanılamıyor.
Ama en beklenmeyini, en hazır olmadığımız seninkiydi be dostum. Ölüm en çok sana yakışmadı be kuzum. Bunca kayıbın yanında seninki bir başkaydı. Sen hayatımda bana en yakın ilk halkada yer alanlardandır. Bunca kayıba rağmen kaybetmenin ne demek olduğunu seninle anladım. Bilir misin o günden bu yana artık yüzüm ışıldamaz oldu tam olarak. Fotoğraflarda başka bakıyorum artık.
5 yıl oldu bugün. Koskoca 5 yıl geçmiş sensiz. 2006 yılında bugün Cumartesiydi. Çamaşır asıyordum haber geldiğinde. Kaza yapmış, hastanedeyiz, gelin dedi bir diğer dostumuz. Sesi ciddiydi.. Korktuk.. Söylendik kemerini takmamıştır bu adam gene diye.. Dua ettik ciddi bir şey olmasın diye.. Ama hastane önünde arabadan inerken ağlayarak yanımıza koşan dost yüzleri görünce bitti her şey. Oraya yıkıldık. Göstermediler bile son kez yüzünü. Meğer son kez görmüşüz seni 5 gün önce.
İnsanoğluna verilen en büyük nimet alışmak sanırım. Alışıyorsun.. Acılar daha katlanılır oluyor bir süre sonra. İlk günler çok zorken sensizlik sonraları alışmanın yolunu buluyorsun. Önceleri gülemiyorken sensiz, sonraları güldüğünde suçluluk hissediyorken bir süre sonra bir bakıyorsun kahkalalar atıyorsun yeniden. Bazen buruk, bazen içten kahkahalar dökülüyor yeniden dudaklarından. Bir şekilde hayatına devam etmenin yolunu buluyorsun.
Biz de devam ediyoruz. Unutarak değil seni; hatıralarımızda yaşatarak. Cem Yılmaz'ı her gördüğümüzde özlemle hatırlıyor, kahkahalarla gülerken espirilerine bazen birden gözyaşlarına boğuluyoruz. Sen gelip sohbetimizin ortasına düşüyorsun bazen beklenmedik bir anda. Gülerek hatırlıyoruz seni çoğunlukla. Ve gün be gün tüketiyoruz buradaki zamanımızı; orada yanındaki yerimizi tutmuş olmanı umarak.
11 Ekim 2011 Salı
Yeni Favorim: Fringe
![]() |
Fringe |
Efendim merak edenler için kısaca konusu ve kadrosu şöyle... Güzel FBI ajanımız Olivia Dunham (Anna Torv), ortağı ve sevgilisi John Scott'ın (Mark Valley) ölümünün perde arkasını araştırmak için gülüşüyle gönülleri fethedebilecek Peter Bishop (Joshua Jackson) ile 17 yıl akıl hastanesinde kalan bilim adamı olan babası Walter Bishop'tan (John Noble) yardım alıyor. Sonrasında ise Phillip Broyles'ın (Lance Reddick) başında bulunduğu Sınır Bilim adı ile bilinen Fringe Bölümü'nde Olivia ajan olarak; diğer ikisi ise danışman olarak çalışmaya ve açıklanamayan olaylara açıklık getirmeye uğraşıyorlar. Takımda ayrıca Olivia'nın eskiden beri birlikte çalıştığı Charlie Francis (Kirk Acevedo) ile Walter'in adını nadiren doğru söyleyebildiği :) asistanı kıvamındaki ajan Astrid Farnsworth (Jasika Nicole) var. Tabi bir de neredeyse her olayla bağlantılı olan Massive Dynamic firmasının sahibi William Bell'in sağ kolu Nina Sharp (Blair Brown).
Önceleri ana bir taban üzerinde olsa da her bölümde birbirinden farklı bir doğaüstü olayın çözümlendiğini zannediyorsunuz ama öyle değil. Olayların büyük kısmı birbiriyle bağlantılı. 2. bölümde edindiğiniz bir bilgi 15. bölümde karşınıza çıkıyor; ya da 5. bölümdeki bir olay 12. bölümde açığa çıkıyor.
İlk bölümden sizi ekran karşısına kilitleyen diziden bölümler ilerledikçe kopamaz oluyorsunuz. Kesinlike bağımlılık yaratıyor. İnsanın izledikçe izleyesi geliyor ve 1 bölüm asla yetmiyor. Haftasonunda mesela 7 bölüm arka arkaya izleyerek rekor kırdık. :)) Doğaüstü olaylarla ilgili olanlara şiddetle tavsiye ederim. Bir kere izleyin; pişman olmazsınız.
Bakın bu da ilk sezonun ilk bölümünün fragmanı.
9 Ekim 2011 Pazar
Kantocu
![]() |
Kantocu |
Haldun Dormen'in yazıp yönettiği oyun 1920'lerin İstanbul'unda geçiyor. Oyun esas olarak Bursa'dan İstanbul'a transfer olan Kantocu Verjin'in çevresine odaklanmış. Bir yanda yeni geldiği kumpanyada yaşanan çekişmeler ve kıskançlıklar, diğer yanda ilk aşkı Cemil... Arka fonda ise Ankara'da kurulmak üzere olan Cumhuriyet..
Verjin rolündeki Çiğdem Aydın çok başarılı. Özellikle sesi inanılmaz güzel. Hatta bir ara Fosforlu Cevriye rolünde sesine aşık olduğumuz Feray Darıcı'yı anımsattı. Büyük bir orkestra eşliğinde söylenen şarkılar ve danslar gayet güzeldi. Fosforlu demişken oyunun ikinci önemli kişisi Kader İlhan'dı. Fosforlu Cevriye'deki Güllü rolüyle kendisine hayran bırakan Kader İlhan bu oyunda da farkını ortaya koyuyor. Güldüğümüz bir çok sahnenin müsebbibidir kendisi. O kadar başarılı ve onu izlemek o kadar keyifli ki keşke çok daha fazla oyunda karşımıza çıksa. Fosforlu kadrosundan sadece o yoktu. Engin Özsayın'da vardı ve yine çok iyi bir performans segilemişti. Kısacası konusuyla ve müzikleriyle olduğu kadar oyunculuk performansıyla da beğenimizi kazandı.
Güzel bir oyun ile açılan yeni tiyatro sezonumuz hayırlı olsun. Oyun hakkında daha fazla bilgi almak ve oyundan fotoğraflara bakmak için buraya buyrunuz.
Etiketler:
ankara devlet tiyatrosu,
kantocu,
ne izlesem?,
tiyatro
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)