28 Aralık 2011 Çarşamba

Barış


İzleme imkanı bulduğum son oyun Devlet Tiyatroları'nın bu sezonda sergilemeye başladıkları ve yaklaşık 2 saat süren "Barış". Kalabalık oyuncu kadrosu ile göz dolduran oyun 13 yaş altı seyirciler için sakıncalıdır ibaresi ile merakta bırakıyor. Böyle bir merak içerisinde gittiğimiz oyundan çok farklı düşüncelerle ayrıldık. 

2400 yıl önce Aristophanes tarafından yazılan ve günümüze uyarlanan bu oyunu öncelikle sevip sevmeme konusunda kararsızım. Bunu bir tiyatro oyunu olarak görürsem hayır sevmedim; çünkü oyundan çok her şeye benziyordu. Biraz lise müsameresi, biraz "Çok Güzel Hareketler Bunlar" biraz da "Komedi Dükkanı" tadında bir oyun. Ama kesinlikle tiyatro ile uzaktan yakından alakası yok. Bunu baştan kabul ettiğimde ise sevmesem bile keyif aldığım; bitiminde bir tebessümle ayrıldığım bir oyun olarak niteleyebilirim.

Çokça dokundurma, giydirme, hiciv, yerli yersiz atasözü kullanımları bulunan oyunda ana konu bir kuyuya hapsedilen Barış Tanrıça'yı kurtarıp dünyadaki barışı yeniden sağlamak. Ana konudan bağımsız gelişen diğer olaylar birbirinden kopuk olarak ilerliyor ve neticede ana konu da toparlanmadan öylece bitiyor oyun. Sonuç ne oldu derseniz o bile meçhul. Hele hele Barış Tanrıça diye ilk perde boyunca merakla beklediğimiz şey büyük bir hüsran oldu. Amaç neydi, neye dokunduruyorlardı o bile anlaşılamadı.

Konuyu, sonucu bir kenara bırakırsak eğlenceli bir oyun. Hatta o kadar ki bir ara tam olarak ne olduğunu göremedik, kaçırdık ama oyuncular arasında bir şey oldu ve koptular. Yaklaşık 1,5-2 dakika boyunca tüm oyuncular kahkahaya boğuldu ve toparlanamadılar. Bir iki defa konuşmaya yeltenenler ya da "ya tamam dur falan" olanlar çıktı ama nafile...  

"İzlediğime pişman mıyım?" derseniz yok değilim ama tavsiye eder miyim onu da bilmiyorum. İzleyeceğinizin bir tiyatro oyunu olmayacağını aklınızda bulundurmak kaydıyla ilk perdede çok fazla olmasa da ikinci perdede keyifli zaman geçirmek için izleyebilirsiniz. Detyalı bilgi için buraya buyrunuz.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Huzurun Diğer Adı Lake Tahoe

 İkinci Amerika seyahatimizi planlarken mutlaka uğramam tavsiye edilen yerlerden birisi Tahoe Gölü'ydü. Ünlü yazarların gidip inzivaya çekildikleri ve romanlarını yazdıkları yerlerden birisi. Bu gölü görmek için California ile Nevada eyaletinin sınırında yer alan adıyla uyumlu "Stateline"a gittik. Bir tarafı saf huzur olan kasaba kıvamındaki şehrin ortasından eyalet sınırı geçiyor ve Nevada Eyaleti'nin başladığı diğer yanda ise iki kocaman otel ve casinoları ile kumar cennetine adım atmış oluyorsunuz. Biz de hem huzurun hem de casinoların tadını çıkarttık. Çok başarılı olmasa da sizi çektiğimiz fotoğralarla başbaşa bırakayım.

Tahoe Gölü Yolu


Tahoe Gölü Yolu

Tahoe Gölü - Stateline

Tahoe Gölü - Stateline

Tahoe Gölü - Stateline
Kaldığımız otel Harveys; karşısında da aynı grubun diğer oteli Harrahs var. Gayet memnun kaldık otelimizden; odaları çok güzeldi. Casinosu  da Las Vegas'takilere kıyasla küçük olsa da yeterliydi. Akşam yemeğimizi otelin altındaki Hard Rock Cafe'de yedik. Buranın buffalo wings'ine bayılırım. Hele ki heavy metal sosluysa. Bir zamanlar Ankara'da vardı ve kapandığında çok üzülmüştüm.


Tahoe Gölü - Hard Rock Cafe
Stateline'ın arkasında yer alan dağlar aynı zamanda kayak merkezi olduğundan her kayak merkezinde olduğu gibi burada da kar için dua ediliyor..
 
Tahoe Gölü - Hard Rock Cafe


11 Aralık 2011 Pazar

Çam Ağacım

Camdan çam ağacım
Yeni yıl yaklaşıyor. Ben ve minik çam ağacım yeni yıla hazırız. Tamamen camdan yapılma bu küçük mükemmellik geçen yıl gittiğimiz Tahoe Gölü'nden alınma. Hediyelik eşya dükkanında gördüğüm anda vurulup hemen aldım ve kırılmasın diye bin kat baloncuğa sarıp getirdim. Hatta iki tane vardı diğerini de en yakın arkadaşlarımdan birisine hediye ettim. Ahhh nasıl da güzel bir yerdi orası. Bir başka yazıda orayı da anlatırım.

Bu da Iphone'un uygulamalarından birisiyle çizgi film görüntüsüyle çekilmiş hali..
Camdan çam ağacım

9 Aralık 2011 Cuma

Bu ne bu??

Allahım bu kadınsa ben neyim? diye sormama sebep olan bu varlığın daha henüz 11 ay önce doğum yaptığına inanabiliyor musunuz?

Görsel Industrie Magazine'den alınmıştır.

8 Aralık 2011 Perşembe

Elma Hırsızları



Geçen haftalarda izleme imkanı bulduğum son oyun "Elma Hırsızları" oldu. Faruk Erem'in "Bir Ceza Avukatının Anıları" isimli kitabından uyarlanan oyun 2 perde ve yaklaşık 2 saat sürüyor. Ahmet Türkoğlu'nun anlatımı ve her biri birbirinden başarılı erkek oyuncuların yer aldığı oyun gayet güzel. Seyirciye hitap ederek başladığından ötürü sinir olmuştum ama sonrasında bir kez daha aynı hataya düşmediklerinden dolayı bu konuyu es geçiyorum.

Oyunda anlatılan davaların her birinin yaşanmış olaylar oluşu zaten yeterince etkileyici. İnsanın özellikle bazılarına inanası gelmiyor. Ayrıca tüm bunların çok başarılı bir oyunculuk ile sahnelenmesi oyunun en büyük artısı.

Esasında çok klasik olacağını düşündüğümden gitmek istemediğim bir oyundu ama ben gerçekten beğendim ve izlemeyi düşünenlere kesinlikle tavsiye ediyorum. Oyun hakkında daha detaylı bilgi almak ve fotoğraflarına bakmak için devlet tiyatrolarının resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Bu tarafa buyrunuz..

5 Aralık 2011 Pazartesi

Kararsızsanız

İki seçenek arasında kararsız kaldığınız anda yazı tura atın...


Bu işlem, sizin adınıza karar verdiği için değil; paranın havada olduğu o kısacık anda neyin gelmesini umut ettiğinizi fark ettiğiniz için her zaman işe yarar...

1 Aralık 2011 Perşembe

Bir Şehnaz Oyun


Turneye gelen oyunları kaçırmamaya çalışırım. 1 haftalık geldiklerinden izlemek için tek şanşımız olduğundan genelde ne yapar ne eder alırım. Bu sezonki ilk turne oyunumuz Adana Devlet Tiyatrosu'nun "Bir Şehnaz Oyun" isimli oyunuydu. İlk gecesinde izleme imkanı bulduğumuz oyun, Turgut Özakman'ın yazıp Fırat Demirağ'ın yönettiği yaklaşık 2 saatlik ve 2 perdelik bir oyun.

1914 yılının İstanbul'unda hatta Galata'sında 1. Dünya Savaşı'nın eşiğinde savaşla alakası olmayan bir eğlence ve cümbüş dünyasında geçiyor. Biraz müzikal, biraz komedi..

Oyun başlarken "Efendim bu akşam size şunu oynayacağız" filan fistan diye başlayan oyunlardan haz etmiyorum. Daha önce de bahsetmiştim oyunun sadece bir oyun olduğunu devamlı seyircinin gözüne sokarsanız o oyun başarılı olmaz, olamaz. İşte malesef bu öyle başlayan bir oyun. Gerçekten çok etkileyici bir sese sahip, arada söylediği solo parça ile sizi sizden alan Boğaçhan Sözmen'in anlatımı ile başlıyor ve onun oyunu keserek sürekli araya giren anlatımlarıyla da devam ediyor. Yani sizin anlayacağınız az biraz bile kendinizi oyuna kaptırmanıza izin verilmiyor. Oyun şöyle bir akıp gidemiyor.

Ehhh hal böyle olunca da İt Hurşit rolündeki Gökhan Doğan, Galata Zaptiye Amiri Recep Efendi rolündeki Hakan Elmasoğlu ve oyun boyunca ismini anlayamadığımız Mazlum Taşkıran'ın oyunculukları heba oldu gitti. Bir de her ne kadar konusu kötü de olsa Ankara'nın sesi güzel oyuncularına alışınca Derya Keyf'i ayrı tutarak söylüyorum şarkı söylemeye çalışan Adana'nın oyuncularının birçoğunu beğenemedik. Hele ki Sumru ve Kumru rollerindeki oyuncuları dinlemek resmen eziyetti.

Zaten 1 hafta için buradaydı ama Adana'da olup da gitmeyi düşünenleri daha detaylı bilgi ve oyundan fotoğraflar için devlet tiyatrolarının sitesine alalım.